Jun 23, 2008

mezbjen'le çeltikçi



ohhh... iyi oldu.cumartesi olması gerekenden iki saat geç çıktık ama olsun... Kene korkusundan fısır fısır ilaçlanıp durduk ve çoraplarımızı paçalarımıza sokup gezdik ya neyse... Ben bir gece öncesinden çok uykusuz olduğum için "uykuuuu" diye kıvranıyordum ya geçti netekim... Üstelik aşırı enerjik bir takım arkadaşlar(serhat seni diyorum:)sabahın köründe çılgın çeçen ezgileriyle uyandırdı bizi ama olabilir tabe... Manastır tırmanışında bir ara dibi boyluyordum fekat önemi yok...
Önemli olan:
Tulumu-çadırı kapıp kaçmışız iki günlüğüne Ankaradan, üstelik bir otobüs tanıdık sima, eş-dost(eskiden değilseler bile kamptan sonra oldular:), bir kaç saatte doğada bulmuşuz kendimizi. Önce şaşırmış, sonra coşmuşuz nefisss havayı çekince ciğerlerimize. Kurmuşuz kampımızı bir elden, akşam oluvermiş çadırın içine hangi, dışına hangi ilaç sıkılacak, hangi çubuk nerden geçecek, hangi tente hangi çadıra takılacak, odun toplanacak,ateş yakılacak derken. Yakmışız ateşimizi, vurmuşuz sucuk ekmeğe kendimizi. Gece yarısı çay ve demlik sipariş etmişiz Ankaradan, gelmiş. Çaylar da içilmiş, oyunlar da oynanmış ,çekirdek çitlenmiş. Kanyonun içinde bir aşağı bir yukarı gezilmiş geceyarısı oldu demeden, sohbet de edilmiş. Biz yıldız seyretmeye gidiyoruyz deyip çişler de yapılmış arazinin kuytu köşelerine. Sürünerek gidilip çadıra uyunmuş sonunda.
Kalkılmış sabahın köründe, nefiss kahvaltı yapılmış. Düşülmüş yola. Önce yürünmüş biraz sonra başlanmış manastıra tırmanmaya. Zor işmiş göründüğünden çok daha fazla. Acımış şehirli ellerimiz, yorulmuş ayacıklarımız inmişiz tekrar aşağıya. Daldırınca buzz gibi dereye ayakları cosss diye seler çıkmış. Döner dönmez kampa çadıra dar atıp kendimizi başlamışız horlamaya...
Keyifliymişiz eve dönünce. Nefes almış, hayata bir es vermiş hissetmişiz kendimizi.
İşte önemli olan da bu ya...

Jun 20, 2008

su gelir güldür güldür

Bayan yazarlara karşı pek bi önyargılıyım ben. Yazmak bütün hallerinden suyrılmayı gerektirir bana kalırsa. Halbuki bayan yazarlarda sıkça karşılaştığım kendinden sıyrılamamışlık hali kitaplardana aldığım lezzet payını azaltıyor genellikle. Üstelik aşırı yönlendirici buluyorum bayan yazarları ki bu da genel kadın karakterinin yazıya da yansıması olsa gerek. Hani bir yemekle ilgili kötü bir anınız varsa, birdaha o yemeğin adı geçse ağzınızın tadı bozulur ya( zehirlenenler ya da yemekte ciddi bir iğrençlikle karşılaşanlar bilirler) bayan yazar elinden çıkmış kitaplara da öylesi bir hissiyatım var benim.
Uzun zamandır boğuşuyorum bu önyargıyla. Değişsin istiyorum, iyi bir kadın yazar tanıyor olsam kendim için de umutlanacağım belki, özü bencillik yani...
Elvan tutuşturdu elime Şebnem İşigüzel'in iki kitabını. Birincisi Yunus Nadi Öykü Ödüllü."Hanene Ay Doğacak". cık dedim okuyup bitirdiğimde. Aradığım damak tadını bulamadım yine... Fazla deneysel ve bu deneysellik hali, kabak gibi sırıtıvermiş bana kalırsa. Bir de aşırı abartılmış cinsellik yüklü ifadeler var ki "gerek yok" dedirtiyor insana.Bu durum kitabın TC. Başbakanlık Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kurulu'nca sansürlenmiş olmasını haklı kılmıyor tabii.(Benim okuduğum kitabın basım tarihi 1993 olup daha sonra herhangi bir yasal karar sonucu bir değişiklik yapıldı mı bilmiyorum)
Öte taraftan ukalalığı elden bırakıp olumlu düşününce kitabın hiç de fena olmadığına karar verdim, üstelik de yazarın yaşı(21) ve ilk kitabı oluşu göze alındığında ödülün kendisine verilmesini de haklı buldum.
 
Posted by Picasa

İlk kitap ikincisi için olumlu referans oldu bu durumda. "Eski Dostum Kertenkele" bir roman.Dil ve anlatım son derece başarılı bana kalırsa ama beni en çok etkileyen kitapta yazarı kendinden sıyrılmış hissetmemdi ki aşırı umutlandım. Üstelik kendime "bir kitabını daha okuyabilir miyim? diye sorup "tabii neden olmasın:) " şeklinde bir cevap da alınca keyfim yerine geldi şıkır şıkır oynuyorum netekim.
not: keyfimi riske etmemek için üçüncü kitabı bir-iki yıl sonraya erteliyorum.

Jun 18, 2008

ÖSS geldi geçti nihayet.Pekçokları için kapandı bu sayfa, yollarına üniversitede devam edecekler.Kimileri bir kez daha ter dökecekler aynı uğurda.
Ben seneye yeniden hazırlanacağım, ondan sonraki sene de hatta ve daha sonrakinde de...
 
Posted by Picasa

Jun 10, 2008

teşekkür ederim:)

 
Posted by Picasa

Ayıp biliyorum,böyle resmedip durmanın görgüsüzlük olduğunun da farkındayım ama şımarasım geliyo napiyim:)Hem öğretmenler sevgiyle beslenen insanlar değil midir hıı?


oh beee! uzun zamandır kendi tarih bilgimi kontrol ederken aradaki eksik tuğlaları-ki oldukça fazlalar- tamamlayabileceğim birşeyler okuma derdindeydim. Tesadüfen alıp okuduğum kitap beni bir "tarihi değiştirenler" dizisiyle tanıştırdı. Sıradaki hedefim "tarihi değiştiren bilim adamları".
Kitap ilk anayasa Magna Carta ile başlayıp Rönesans, Aydınlanma, Fransız Devrimi, Ekim Devrimi,Büyük Buhran, Hitlerin iktidara Gelişi, Soğuk Savaş Yılları, Uzaya İlk Adım, Berlin Duvarının yıkılışı, Çernobil faciası, Klonlama gibi başlıklar altında sürüyor ve 11 Eylül saldırısıyla son buluyor.Gereksiz ayrıntılardan uzak ancak iyi bir araştırma sonucu yazılmış kitap kendisini çıtır çıtır okutuyor.Uzun zamandır gerek okul yaşantımızdan, gerek kendi yaşam deneyimizden aklımızda kalan ama neyi ne kadar bildiğimi bir türlü netleştiremediğim bu olayları böylesine derli toplu, üstelikte akıcı güzel bir türkçe ile anlatan bir kitap okuyasım vardı; okudum, mutluyum...Annemden başlayarak bilcümle aleme tavsiye ederim:)
not:yazarın web sayfasındaki resmi kendime yakın hissettim neden bilmem:)
http://www.alicimen.com/

Jun 9, 2008

eski defterler...

“Ayrılık gidiş tarzındadır, yoldaki gerçekte değil.”
mevlana

Daha kaç kez ayrılacağız biz?
Bütün sorularımı cevapsız bırak, bir tek bunu söyle…
Çünkü bütün sorularımı kendim yanıtlayabilirim aslında. Bütün yanlışlarıma, yanlışlarına, eksik ve fazlalara, doğanın bütün deprem ve fırtınalarına, iklimlere, yer çekimine, savaşlara, ihanetlere,lavlara, evrime, devrime, bilime, siyasete, felsefeye, aşka, isyana, ölüme, sözcüklere, resimlere, renklere,göz yaşına, gülücüğe,
nefrete kılıflar uydurabilirim kendi başıma.

Kaç kez? Sen onu söyle bana…

Rakamlardan anlamam ben. On üzeri milyonlarca sayıyla çarpışırım
- çarpıştım da-
Yine de bir yürek kaç kez-kaça
bölünür sığmaz aklıma…

Daha kaç kez ayrılacağız biz?
Hangi ayrılığın bedeli, yol arkadaşı, son durağıdır yerimiz?

Yürek taşıyorum ben de
Yani; kalbimin de nazını çekmem lazım…
Doğumla ölüm arasında, çatlakları var hayatın. Aklım, duymasın…

Çocukluklar sızar o çatlaklardan, gençlikler sızar… Adalardan fırlatılmış okyanuslara, içinde “yardım!” yazan şişeler sızar. Sen sızarsın gün gelir, yarının sızar. Bir şarkının kahramanıdır Dona
belki sırtında kara lekeleri olan ve göğsünün çatlaklarından otlaklara süt sızan ve özgürlüğüyle sürgün Yahudiyi kıskandıran. Dona Dona Dona diyen şarkı sızar… Eski Yunanda kimseleri beğenmeyen güzeller güzeli bir oğlan Nergis. Suya düşen suretini görmeye kalkar. Ardından itiverirler karşılıksız sevmekten yorulan kızlar. Nergis’in suda cansız bedeninden tek göz bir çiçek doğar.
Kör birer kuyudur hayatın çatlakları Nergis’i suya veren kızlar da sızar..
Adem’in ikiz oğullarıdır Habil ile Kabil ve de insan neslinin ilk ölen- öldüreni. Aşk’ın bedelidir, ilk kardeş cinayeti… Ve o cinayetin sızdığı çatlaktır, aşkın da, kıskançlığın da, kardeşliğin ve ihanetin de peşi sıra gittiği… Nerden bilecek insanoğlu taşı taşa çarpmayı? Bir yiğit Nart’tır Seteney’in oğlu Sosrukoa ve ateşi tanrılardan çalıp, getirmiştir insanoğluna. Ateşin sızdığı çatlaktan, su da sızar, toprak da. Yurtsuz kalır yeryüzünde adsız Nartlar, Nartlarla sızar gider, adlar da…

Daha kaç kez ayrılacağız biz?

Jun 7, 2008

carmina burana-carl orff
diyorum
o kadar.

Jun 4, 2008

 


"Bırakacam ülen öğretmenliği!!!" derken tam da;
öğrenciler ellerinde çiçeklerle gelip
yıldız yıldız bakışlarla bakınca insana,
teşekkür edince bir de
bir de vedalaşırken
ortalığa hüzün dolunca
unutuyor insan herşeyi...
Posted by Picasa
not: çiçeklerin hepsi öğrencileirmden gelmedi.Bir kısmısı başka hayranlarımdan:? henüz kucak dolusu çiçek alan en süper öğretmen sayılmam:)