Yıl olmuş 2023...
Aya KüsTü SAçMaLIkLar
Feb 5, 2023
Aug 31, 2018
Eski Çamlar Bardak Oldu
Kitap klübümüz yeniden cana geldi. Her birimiz ayrı bir şehirde ve birbirinden yoğun koşturmalar içindeyiz ama yine de denemek istedik. Görelim bakalım n'olacak...
Germinal, klübümüzün ikinci kitabı aslında.
19 . yy da Fransız Madencilerinin yaşamını , daha iyi bir yaşam için yeşerttikleri umudu ve direnişi paralelde filizlenen bir aşk hikayesini anlatıyor.
Kitabın sert ve gerçekçi üslubu zaman zaman okuyucuyu biraz zorlayabiliyor.Okuyucu sık sık insan, toplum, değerler, gerçekler üzerine düşünmeye zorlanıyor.
Başlangıçta benzer bir konuyu işleyen , yıllar önce okuduğum ve pek sevdiğim Llewellyn'in "Vadim O kadar Yeşildi ki ' kitabına benzer bir tad alsam da ilerleyen satırlarda Zola'nın gerçekçiliği LLwellyn'in fazlaca romantik saymama neden oldu.
E. Zola, Germinal... İyi kitap, okunsun bence ;)
Not: Kitapla aynı adı taşıyan 1993 yapımı bir de film var elbette ancak kitabı okumamışsanız (filmi anlamanız demiyorum )filmdeki olayları anlamlandırabilmeniz biraz zor. Kitabı okumuşsanız da tuhaf kesinti ve kopukluklarla yavanlaşmış filmden tad almanız pek mümkün değil. Film gerek işlenişi, gerekse oyunculukları açısından Potemkin Zırhlısı tadı veriyor insana . İzlemeyin bence, gerek yok ;)
Jan 23, 2018
Yağmur Gibi Bir Şey...
Neredeyim Biliyor
musun?
Beytepe…
Sabah arabanın
motorundan gelen sesi kesmek üzere çıkmıştım yola. Servise gidecektim, gittim
de ama sonra aniden gelişen ve birbirini tetikleyen olaylar silsilesi sonucu
Beytepe’de buldum kendimi. Yaşamın sürprizleri beni Beytepe’ye atmakla da
yetinmedi. Buraya gelirken otostopla şehre indiğimiz günlerin hatırına arabaya
aldığım üç öğrenciden biri eşyalarını unutmuş arabada. Rengarenk bir şemsiye ve
içinde ders notları olan bir ajanda… İsim , adres, telefon hiçbir bilgi yok
elimde, Bilgi ve Belge Yönetimi Bölümü’nün adından başka…
Öğrenci işleri
istediğim belgeyi iki saat sonra verecek.
Belli ki dün gece
uyumamış ilahi güçler, bu günü planlamışlar…
Sordum, Edebiyat
Fakültesindeymiş Bilgi ve Belge Yönetimi. Bulmak için kat kat dolaşıyorum.
Sosyoloji, Felsefe, Psikoloji…
Final sınavı var
Bilgi ve Belge Yönetiminin, bekliyorum şimdi… Neyi, kimi bekliyorsam artık…
Şemsiyeyi açtım masanın yanına rengarenk, sahibi görür de gelir belki… Sahibini
tanıyamam bile, arka koltuktaydı, yüzünü görmedim ki…
Ajandada notlar
var… Dikkat yazıyor bazı sayfaların başında , yıldızlar ve ünlemler… Düzgün bir
yazı, renkli kalemlerle tutulmuş son
derece düzenli notlar. Tam bir kız defteri. Sayfalar arasında küçük kağıtlara
yazılmış iki tane de not var. Biri tarih
diğeri bir kitap ve yazarının ismi. Bazı sayfalarda küçük karalamalar, insan
yüzleri, ağaçlar… Bu okulda okurken tuttuğum defterlere o kadar çok benziyor ki
biraz daha kurcalarsam, hele satırlar arasında bir iki de dize bulursam kendi
defterim olduğuna inanıp alıp gideceğim. Oysa az önce arabamda unutulduğuna
eminim, bu bilgiyi kendi beynimde eritip defteri sahiplenmeden bırakıyorum
kurcalamayı.
Belki de herşey
bu mektubu yazmam için… Yazıyorum öyleyse…
Sana yazıyorum,
işaretlerin dilini en iyi bilene… O işaretlerin peşine düşüp birlikte yollara
düşmüşlüğümüze…
Bu gün çok iyi
geldi bana Beytepe… Öylesine zor, kötü, karanlık ve yorucu bir dönemden
geçiyorum ki… Artık nefes alamıyor gibi hissediyorum bazen kendimi… Artık
görmüyor, duymuyor , anlamıyorum gibi… O
kadar çok ve üst üste geliyor ki olumsuzluklar , baş edemiyorum. Baş
etmeye de çalışmıyorum zaten, çaresizlik aldırmazlığa dönüşüyor git gide.
Hassas şımarık tenim arsız bir kabuğa dönüşüyor.
Hiç bu kadar çok
‘gitmek’ istememiştim biliyor musun ? Nereye olduğunu bilmiyorum, sadece hiç
bir şey olmayan bir yer düşlüyorum ve yahut bir ceviz kabuğuna koyup kurumuş
kalbimle beynimi suya bırakmak istiyorum….
Zamanım doluyor, Öğrenci işlerine gidip
belgemi almam gerek . Bu ajandayla şemsiyeyi burada bırakacağım; sahibi ya da
arkadaşlarından biri görür belki de…
İyi geldi bana Beytepe… Nefes aldım…
Dinlendim… Avundum… ‘Gitmek’ istediğim yer orasıymış , o kadar yakınmış aslında
farketmemişim.
Bu yıl büyük felaket bana çıkmış olabilir ama bu küçük
ikramiyeleri seviyorum…
Fakülteden çıkarken sınav sohbeti yapan
bir grup öğrenciye yaklaşıp anlattım derdimi. İçlerinden biri tanıyormuş
elimdeki ajandayla şemsiyenin sahibini. Ona teslim edip ayrıldım yanlarından.
Daha yıldız Amfiye varmadan ayak sesleri yaklaştı ardımdan. Final sınavıymış, dersten geçiyormuş zaten,
ajandaya da ihtiyacı kalmamış, yine de teşekkür etti ama şemsiye ev
arkadaşınınmış, kaybolsaymış çok
üzülürmüş.
‘Hocam Çerkes
misiniz?’ dedi, bir yandan uzaklaşırken.
‘Evet’ dedim
şaşkın ‘Nerden anladınız? ‘
Gülümsedi.
‘ Ben de ‘ dedi.
‘ Eyvallah ‘ der gibi bir işaret yaptı eliyle,
gitti…
Hayat çok garip
bir şey bence…
Nov 4, 2017
Büyücü Geri Döndü :)
Sevgili
Kertenkele,
Sana bu mektubu yazmak zorunda olduğum için
yazıyorum. Birazdan bana verilen süre dolacak ve ben hala bu mektubu bitirmemiş
olursam sana, yani en büyük pişmanlığıma dönüşeceğim…
Birkaç gündür
düşünüyorum seni… Daha doğrusu geçmişi. Hallaç pamuğu gibi atıyorum anıları ,
aralarından pişmanlıklar dökülsün diye. Dökülmez mi, dökülüyor elbette…Ufak
tefek tüh’ler vah’lar… Fakat bir türlü aradığımı bulamıyorum. Illa ki bir
yerlere koyduğum koskoca bir pişmanlığım vardır benimde diye düşünüyor, aklımın
dehlizlerini kurcalıyor, albümlere bakıyor, sararmış mektupları filan okuyorum.
Yok, Yok, yok…
Dedim ya, ufak
tefek şeyler çıkıyor karşıma; kırgın bir bakış, yersiz söylenmiş bir söz,
dikkatsizce atılmış bir adım mesela… Bu gün olsa aynı şeyi yapar mıydım? diye
soruyorum kendime, ‘evet! diye yanıtlıyorum çoğu kez. O zaman pişmanlıktan
sayılmaz bence… Yıllarca sağda solda tozlanmaya durmuş pişmanlıklar affa
uğruyor böylece. Kuş gibi hafifliyorum her birini azat ettikçe.
Iyı güzel de
zaman doluyor. Mektubun son satırlarında beni bir büyücü bekliyor. Beni bu
mektubun içine atan, yazmakla cezalandıran,
satır satır takip eden ve sonunda
en büyük pişmanlığımı yazmamış olursam eğer, beni ona dönüştürecek olan büyücü…
Sen öldürdüğüm
ilk hayvan değilsin oysa… Neden o kadar üzüldüm, bilmiyorum. Senden önce bir
civcivi öldürmüşlüğüm var mesela… Vurmak istememiştim. Yengemin sacda pişirip,
soğuması için yaydığı beze attığı ekmeklerden uzak durması için savurduğum sopa
çarptı boynuna. Ona vurmak değildi niyetim, korkutmak istemiştim , ama… Zavallıcık bir süre yerden kaldıramadığı
başının etrafında döndü bütün vücuduyla, sonra çırpına çırpına öldü…
Biraz üzüldüm,
sonra geçti. Yengem kızmadı bile, beceriksizliğime güldü sadece.
O da bir şey mi,
amcamla ava giderdim. Hatta amcamın sakatlanmış tazısını vurup yerine cins bir
tazı aradığı günlerde ona tazılık yapmışlığım bile var. Yeni biçilmiş buğday
tarlalarında sap yığınlarını tekmeleyerek boydan boya koşar, keklikleri
havalandırırdım. Kekliklerin kanat çırpışları arasında tüfek sesi duyulur,
ardından yediği saçmanın acısıyla sersemlemiş keklikler sap yığınlarına düşerdi
patır patır… Sıcacık olurlardı, ılık ılık kan akardı yaralarından, kalpleri
yerinden çıkacakmış gibi atardı, avucumda çaresiz çırpınırlardı bazen, bazen o
kadarına bile mecalleri olmazdı. Koşup amcama götürürdüm, başımı okşardı…
Seni öldürmek
istemedim , biliyorsun. Oyunumuzu bozmuştun. Seni gören arkadaşlarım çığlık
çığlığa bağırıp kaldırım taşlarına sıçramış sözde senden kaçmaya
çalışıyorlardı. Onlar inmiyordu, sen de gitmiyordun… Oysa ben git istiyordum.
Bahardı, güneşi yeni görmüş koca bir kışın ardından sokağa yeni çıkabilmiş ,
eğlenceli bir oyuna başlamıştık ki… Sen çıktın.
Sonrası çığlık, kıyamet, curcuna… Sen git, biz de oyunumuza dönelim
istiyordum. Elime birkaç taş alıp seni korkutmak için yarım metre uzağına fırlatmaya başladım.
Korktun. Korktun ve çok şaşkındın. Attığım ilk taşın sesiyle kaçmaya başladın
fakat sonra aniden dönüp ters yöne koşup attığım ikinci taşın altına girmeyi başardın.
Şaşkındım.
Akşam eve
geldiğimde anneme anlattım. Naptın ? dedi annem, o da senin gibi bahar
coşkusuyla dışarı çıkmış, hevesini kursağında bıraktın. Annesi de ne kadar
üzgündür, ne kadar merak etmiştir kim bilir …
Babama anlattım
bir teselli umuduyla. Dişlerinin arasından derin bir nefes alıp acıyla
buruşturdu yüzünü, ‘vah yazıkk’ dedi, gerisi gelmedi…
O gece
uyuyamadım…
İnsanoğlu kendini
avutmanın bir yolunu buluyor eninde sonunda Sevgili Kertenkele. Ben de buldum,
senin o taşı atarken seni öldürmek istemediğimi bildiğine inandırdım kendimi ve
affettim senin yerine…Her bahar düşsen de aklıma, hafif bir sızı duysam da
içimde yine de hallolmuştu bence mesele.
O kadar
hallolmuştu ki yıllar sonra yalnız yaşadığım tek odalı evime giren zavallı bir süleymancığı önce böcek
ilacıyla sersemletip sonra dördüncü kattan atmıştım da pek üzülmemiştim bile.
İnsanoğlu arsız sevgili kertenkele. Ardından ne sinekler, ne karıncalar,
böcekler… Üstelik pek çoğunu zevkle…
Bak şimdi ne
hatırladım : O tek odalı evde kalırken , yani ilk başladığımda öğretmenliğe,
sıraya koyup hediyeler alıyordum sevdiklerime. Kendi kazandığım ilk parayla
alınmış hediyeler… Kardeşlerimle başlamıştım ve sıra anneme geldiğinde gümüşten
kertenkele şeklinde bir yaka iğnesi almıştım. Bak şu bendeki pişkinliğe… Yanlış
anlama, bir kastım olduğundan değil, sen aklıma gelmedin bile…
Yazdım kurtuldum
işte.
Saat te 12:00 yi
geçmiş çoktan. Ne olacak şimdi?
Bir tuhaf
hissediyorum kendimi, dilim uyuşuyor, damarlarımdan kanım çekiliyor gibi.
Rengim değişiyor… Eyvah !... Geç mi kaldım . Bir kertenkeleye mi dönüşeceğim
yani… Yoksa bir yavru kertenkele olunca çocuklar mı taşlayacak beni? Pişman
olduğumu biliyorsun sevgili kertenkele, bu gün ki aklım olsa atar mıydım o
taşı, öldürür müydüm seni?
Değişiyorum,
kemiklerim eriyip yok oluyor sanki. Yumuşak ve sıcağım o zavallı kekliklerin
tüyleri gibi. Dönüşüyorum. Nolur beni affet kertenkele…
Hay Allah,!...
Düğmelerim
var artık,
cep
le
rim…
Dönüştüm bile…
O tek odalı evde
yaşarken babama almayı planladığım ama
geç kaldığım hırkayım şimdi işte…
bahane...
Bak sonbahar
geldi…
Benim için
yapraklarımı dökme vakti… Yavaş yavaş soyunurum yapraklarımdan ve birkaç güne
kalmaz yalnızca dallardan ibaret bir heykelcik olurum bu parkın kuytusunda.
Senin böyle
dertlerin yok tabii. Sen yaz kış iğne yaprakları yemyeşil bir çamsın ne de
olsa. Ne yaprak dökersin güzün, ne de çiçek açarsın baharda…
Ben de bir çam olmak istiyorum biliyor musun?
Böyle çoluk
çocuğun oyunlar oynayıp koşuştuğu cıvıl cıvıl bir parkta değil ama, ıssız bir
çam ormanında. Dört yanımda ben gibi iğne yapraklılar olsun ve o iğne
yapraklarla dokunayım rüzgara.
Neden biliyor
musun? Çünkü rüzgar canımı acıtıyor benim. Ne zaman dokunup geçse tenime ,tenim
yanıyor. Ya yapraklarımı döküyor ya dallarımı kırıyor. Her bahar yeniden
yapraklanmak yoruyor beni … Yeniden yeşermek, yaprak açmak güneşe ve yağmura ve
sonra sarartıp düşürmek yapraklarını, küçük küçük vedalarla…
Vedalar üzüyor
beni , alışamadım hala…
Oysa sen
vedalaşmıyorsun bile kozalaklarınla… Atıyorsun dalından , kozalakların dallarının
altında, gözünün önünde duruyorlar hiç olmazsa. Sararıp düşen iğne yapraklarının hesabını
tutmuyorsun, yenileri hemen yerine geliyor nasıl olsa.
Ben de bir çam
olmak istiyorum, senin gibi , sen kadar… Ben de bir çam olmak istiyorum; belki
de
Sadece
sen bir çamsın diye…
Nov 5, 2016
Ezginin Günlüğü - Sesler ve Küller (1996)
Yok başka bir cehennem yaşıyorsunuz işte... demişti şair, fazla ciddiye almamıştım ben. Şimdi, çınlıyor kulaklarımda.
Kalbim yanıyor , ondan olabilir...
Sep 22, 2016
Nane ve Arı
Hayat, bir "eylül" borçlusun bana...
Güzel bir Eylül... Mutlu, huzurlu , umutlu bir Eylül...
İçinden öfke, hüzün ve acı geçmeyen; hani şöyle insanın sabahları kalp yanmasıyla uyanmadıklarından... İçinde çaresizlik olmayanlardan... İnsanın insanlığından utanmadıklarından...
Hayat bir Eylül borçlusun bana.
Hani bir 17 Eylülde oğlum doğmuştu ya, işte içinde öylesine mutlu, saf, umutlu başlangıçlara gebe olan...
O Eylülü borçlusun bana hayat; almadan bir yere gitmem haberin olsun !
Güzel bir Eylül... Mutlu, huzurlu , umutlu bir Eylül...
İçinden öfke, hüzün ve acı geçmeyen; hani şöyle insanın sabahları kalp yanmasıyla uyanmadıklarından... İçinde çaresizlik olmayanlardan... İnsanın insanlığından utanmadıklarından...
Hayat bir Eylül borçlusun bana.
Hani bir 17 Eylülde oğlum doğmuştu ya, işte içinde öylesine mutlu, saf, umutlu başlangıçlara gebe olan...
O Eylülü borçlusun bana hayat; almadan bir yere gitmem haberin olsun !
Subscribe to:
Posts (Atom)