Ramazan bayramının üçüncü günü... Dokuz günlük bayramı
fırsat bilen herkes (neredeyse bütün akraba-eş-dostumuz) şehir dışındaydı. Bize
zaten gelen giden olmaz da, annemin de pek misafiri olmadı bu bayram.
Özel günler, giderek anlamını yitiriyor...
Çok üzgün müyüm?
Aslında hayır...
Elbette benim de geçmişe,
geçmiş bayramlara dair özlediğim şeyler var; bir daha asla aynı tadda
yaşanmayacak anlarla dolu anılar ...
Ama bütün o anları değerli kılanın biraz da o günün
şartları ile alakalı olduğunu düşünüyorum.
Birlikte düşünelim...
Köyden kente ya da
çalışmak için kendi memleketinden uzak bir şehre gitmişsiniz. Başka bir
şehre, insanlara, hayata alışmaya çalışıyorsunuz. Öyle canınız istediği zaman
annenizin evine gidemeyecek kadar uzaktasınız, ulaşım öyle aklına esti
diye yollara düşemeyeceğiniz kadar
sıkıntılı, ekonomik şartlarınız da o hoyratlığa izin vermiyor zaten. Yılda bir-
ya da iki kez memleketinize, sevdiğiniz yakınen tanıdığınız insanlara,
kendinizi en güvende hissettiğiniz yere
gidiyorsunuz ve zaten tepeden
tırnağa özlem dolusunuz... E şimdi bu kavuşma tadından yinmez de ne olur
sevgili çevrem ? O buluşmada durup durup
sarılmaz, öpüşülüp koklaşılmaz da ne olur? O buluşma için heyecanlanmazsa insan
neye heyecanlanır ki daha? O buluşmalar için kurulmaz da neye kurulur ziyafet
sofraları, hangi tatlı verebilir o baklavaların tadını ?
Gelelim bu güne. Artık ulaşım kolay, uzaklar o kadar da
uzak değil aslında... Üstelik seyahatin maliyeti de eziyeti de daha az geçmişle
kıyaslandığında. Bu nedenle geçmişte olduğu gibi bayramı beklemeler, bayramdan
bayrama görüşmeler hayli azaldı . Hele uzakları yakın eden “telefon” icadı var
kiiii, özlemeyi özler hale getirdi bizi.
Ayrıca insanların ev gezmesi yapıp yemek yemekten gayrı
aktivite bilmediği dönemler için cazip bir sosyalleşme biçimiydi belki bayram
gezmeleri. Sosyal bağları güçlendirmek,
kendine “ait olduğun” bir çember belirlemek, yardımseverlik hislerini tatmin
etmek, toplumda roller edinmek için iyi bir araçtı belki...
Şimdi... Şimdi yapabilecek daha eğlenceli, daha
dinlendirici, daha heyecan verici aktiviteler türüyor sürekli. Üstelik toplum
insan için eski anlamını yitirdi. Şehir hayatı,
“sürü “olmayı değil, “birey” olmayı teşvik ediyor sürekli. İçine doğduğu çember değil
insanın aitliği. Akrabalığın, komşuluğun, köylülüğün dayattığı zoraki ilişkiler çözülüyor işte, bayramlar yetmiyor
artık bunların birlik ve baraberliğine.
İnsanlar seçimlerini öncelikleri
doğrultusunda yapıp, tatile gitmeyi, bayram ziyatretlerinden uzak durup evinde
çekirdek ailesiyle zaman geçirmeyi, şehir hayatının gerginliklerinden yorgun
düşmüş bedenini dinlendirmeyi tercih ediyor.
Düşünmeye devam edelim...
Çocuksunuz... Yılda bir kez(hadi bilemedin iki) yeni giysilerle tepeden tırnağa donanacak, o
giysileri de öyle canınızın istediği her gün giyemeyeceksiniz. “ Bayramlık”
olacak adı, düğünde bayramda anneniz
karar verecek giymenize. Üstelik
bileceksiniz ki bütün çocuklar “yeni”leriyle dolaşacak bayram günü.
E şimdi bu
çocukcağız yeni papuçlarını yastığının altına koymasın da ne yapsın?
Bayramlıklarının heyecanıyla uykusu kaçıp sabaha kadar yatakta dönenmesin de ne
olsun? Üstelik tam da çocuklara göre
olan o teyze-amca-hala kalabalığı, o kalabalığın hediyeleri , harçlık
vermeleri, luna park ısmarlamaları da bayramdaaaannn bayrama gerçekleşiyorsa, o
bayram iple çekilmesin de ne edilsin?
Dönüyoruz günümüzün çocuklarına... Almak, yenilemek,
eskitmek kavramlarının geçmiş ve bu gün için içerikleri hayli değişti. Spor ayakkabıları, babetleri, botları, bale
papuçları ve yahut kramponlarını raflara
dizen, kendi odaları, elbise ve oyuncak dolapları olan, beş boyutlu filmler
izleyip aqua parklarda eğlenen, kreşlerde kendi sosyal ortamları olan, doğum
günlerini partilerle kutlayıp tatil mekanı seçerken oy kullanan, alışveriş
merkezlerinin top havuzlarında palyoçolarla oynayarak büyüyen şehir çocukları
ne anlasın o geçmişin “bayram” heyecanından?
Ha bir de
küslükler var bayramlarda son bulması gereken.
Kent yaşamından kırsala döndükçe artıyor insanlarının
biribrinin haklarını ihlali. Komşunuzun tavuğunun bahçenize zarar vermesi, doğal kaynakların paylaşılması, size yan
gözle bakılması kavga ve doğal sonuç olarak da küslük sebebi.
Oysa şehirleşme bireysel sınırları çizip ihlalinin
cezasını da belirliyor. Zaten, küsecek
kadar muhattap olamıyorsunuz ki komşunuzla. Trafikte, pazarda,
alışverişte tartıştığınız insanlara küsmenin
de anlamı yok zaten;üstelik modernleşme,
kavga –döğüş-küslük değil de konuşma- anlaşma-uzlaşma kültürünü de beraberinde
sürüklüyor ve buna alıştırıyor sizi.
E şimdiiii, küsmenin eski ciddiyeti yok ki, nerde
kaldı barışmanın değeri...
Uzun lafın kısası, doğrudur eski ki bayramların tadı
kalmadı, çünkü bayramı süsleyen eski unsurların modası geçti.
Anneme sormuştum teee çocukken, çünkü ben bayram,seyran, yılbaşı, doğum günü
ritüellerini seven bir çocuk değildim, sorgulayasım vardı. Annem Ramazan bayramı için “E kızım, 30 gün oruç tutmanın, kulluk
yapmanın, kendini açlıkla sınayıp yüz akıyla çıkmanın sevinci” demişti...
Cevabını pek beğenmiştim.
E ne olacak peki bayramlar? Öyle kuru kuru yaşanıp tatil
köylerinde, evlerde, televizyon karşılarında heba mı edilecek? Hevesi
kursağında mı kalacak 30 gün oruç tutmuşların?
Kalmasın elbet... Bayram’a özel o tad kalsın bizden
sonrakilerin de damağında.
Nasıl olacak o iş?
Valla öncelikle şu içimi bayan “ aahhh o eski bayramlar...” diye başlayan muhabbetler
bitsin... O bayramlar bir daha gelmeyecek bey amca. Onlar siyah beyaz
televizyonumuz gibi, bayramlarda ateşlenen “ kızkovalayan” fişekleri gibi,
manuel fotoğraf makinaları gibi, her ananenin evinde saat başı çalan sarkaçlı
saatler gibi, taş plaklar hatta kaset ve kaset çalarlar ve hatta neredeyse
cd’ler gibi miadını doldurdu. (*) Onları yeniden yaşatmaya çalışmak , giderek
daha az tad veren bir oyun oynamaktan başka birşey değil ne yazık ki.
Şimdi, geçmiş bayramları anarken heba edilen bu günün bayramları için birşeyler yapmak
vakti.
Benim yukarıda aklıma
gelen örneklerden vardığım sonuç, bu gün en çok özlediğimiz şey her neyse
bayramlarda o yapılmalı ki, gönüller bayram etsin J
*Bu cümle Şahane Kişi tarafından Nefis Bey'e ithaf edilmiştir.