Sevgili çevrem, uzunca bir zamandır direniyorum hamilelik,
doğum, bebek vs üzerine yazmamak için. Ama bu gün, Argunun tepesinde uyku-emzik
ilişkisini kurmak amacıyla pusuda beklerken karar verdim bu direncimi kırmaya.
O, diliyle dışarı itti emziği, ben işaret parmağımla içeri... 23 dakika sürdü
mücadelemiz ve sonra o uyuyakaldı. Kim kazanmış oldu, bilmiyorum ...
Burası bir başka
yakası hayatın ve bu yakada sürekli çocuğundan bahseden o sıkıcı
insanlardan biri olmamanın imkanı yok . Çünkü;
çocukla ilgili başkalarına sıkıcı gelen
ayrıntılar örülüp senin hayatın
oluyor artık. Bütün günün yaşamak için tamamen sana bağımlı o minik şeyi
izleyerek geçiyor ve hatta bütün gecen... Yüzünün her hareketine, bedeninin her
kıvranışına, sesinin tonuna, ağlamasının şiddetine anlamlar yüklemeye ihtiyaç duyuyorsun
çaresizliğine çare olabilmek için. Üstelik bu anlam yüklemelerin anlamsızlığını
da biliyorsun da sen de kendi çaresizliğini örtbas etmeye çalışıyorsun bir
çeşit veeee
derken, hayatın diğer tarafıyla bağlantın kopuyor çarçabuk.
Burada, dün kim olduğunun pek bir önemi yok. İşinmiş, arkadaşlarınmış, alışkanlıklarınmış, kitaplarınmış, yazılarmış,
gezmeler tozlarmış, dolapta bekleyen 36 beden kıyafetlerinmiş mış muş...
Sen, bir çift memesin artık! ve bütün konsantrasyonun hızla ve en çok
miktarda süt üretmek üzerine , gerisi yalan...
Hayatın bu yakasında süt, kaka ve kusmuk gerçek olan.
Ha bir de gülücük var... Kapıldığı akıntıyla diğer yakadan
hızla uzaklaşmaya başladığı o ilk günlerde bebeğin anne karnında başlayan bu sıradan
refleksine tutunuyor insan düşmemek
için. Bu sayede baş ediyor gaz
sancıları, sonsuz emmeler ve sebebini bilemediği ağlamalarla... Ah o
ağlamalar... Bir insanın gözündeki yaş damlası bu kadar mı paramparça eder bir
başkasının yüreğini. Ediyor işte. Bazen
bıçakla kesilir gibi bitiveriyor çığlık çığlığa geçen, sizi çaresizlikten
deliye döndüren bir ağlama nöbeti ve
arkasından gülücük... Herşey, süt liman şimdi...
Geçen haftasonu, evet evet bütün haftasonu, ağladım hüngür
haşırt “ben çok bunaldım, dışarı çıkmak istiyorum” diye. Dışarı çıkabiliyorsun elbet, eve yakın alış-veriş merkezine gidecek
aradabir ya da kısa yürüyüşlere çıkacak, kısa ev gezmeleri yapacak zaman oluyor
olmasına da bütün bunlar yeni annenin “dışarı çıkma”ihtiyacını karşılamıyor. Çünkü
nereye gidersen git ona olan sorumluluğun seninle birlikte geliyor. Telefon
açıp sormak gerekiyor sürekli “uyudu mu?
sütünü içti mi? ağladı mı? ” diye.
Aslında içinde
bebeğinden başka neredeyse hiç birşey olmayan hayatından dışarı çıkası geliyor
insanın, olmuyor. Mesela hepitopu 123 sayfalık
bir kitap bir ayı geçkin zaman başucunda bekliyor. Bir filmi başatan sona kesintisiz izlemek
mümkün olmuyor. Tam kekin malzemelerini
karıştırırken içerden bir ağlama sesi geliyor. Bütün misafirlerle ayrı
ayrı bebek sohbeti yapılıyor ve başta büyükler olmak üzere herkes konuşmanın
bir yerinde bebekle ilgili akıl vermeye başlıyor.
Bebeği bırakıp dışarı çıkmak bir mesele. Birkaç saat dışarı çıkmak için,
yokluğunda içirilmek üzere süt biriktirerek başlıyorsun hazırlıklara. Hayatıda
ilk kez belki de anneni tembihliyorsun
uzun uzun aldırmadan üç çocuk büyütmüş olmasına ya da bebekli bir seyahat için bir eşek yükü eşya alıyorsun
yanına. Bizim gibi üşengeç bir çiftsen eğer,
onca eşyayı sürüklemektense evde kalmayı tercih ediyorsun bu durumda.
(Argun, uyanma emareleri göstermeye başladı. Hemen
bitirmezsem diğerleri gibi yarım kalacak bu yazı da. )
Biliyorum biraz fazla şikayetlenen bir yazı oldu bu. Henüz
çocuk sahibi olmamışsan korkutma gözünü sevgili çevrem, yok eğer çocuk sahibi olmuşsan bu mızırdanışları fazla
ciddiye almaman gerektiğini biliyorsundur zaten. Çünkü sen “amma da yıpratıcı iş” diye düşünüp
benim için kederlenirken bu yazıyı okuduktan sonra, ben sıkıntılarımı yazarak
yükünden hafiflemiş olarak hayatımda sahip olduğum o en kıymetli şeyle sarmaş
dolaş olacak, bir iki agu-bugu’dan sonra ille de birkaç güzel gülücük
koparacak, mis gibi kokusunu içime çekip tazeleneceğim.
İşte böyle... Akıl,mantık,
kural, tutarlılık vs ikinci planda kalıyor bu yakada. Midede sıkışmış bir gaz bulutu karartabilirken
bütün gününü bir “gark” sesiyle huzur bulup huşu içinde kendinden geçebiliyorsun.
Bu yakada akıl,
mantık, kural vs anlamsız sevgili çevrem. Bu yakada Argun var, o altına yapıyor
biz de öpe koklaya, sevine sevine temizliyoruzJ
3 comments:
güzel anlatmışsın, derya'm :) bu konuda başka yazılar da yazmalısın. anlattığın yer hayatın içi bence, bu yakada ise bitmeyen bir koşturma :) ve avm'de felsefi sohbetler etmeliyiz arada bir buluşup :)
Ahhh ah.. Bu yazı nasıl dokundu bana. Alıp aynen kendi bloguma koymak istedim; yazsam aynını yazarmışım çünkü.
Şimdi işyerindeyim, bu sarmalın azcık dışına çıktım iş nedeniyle. Ama bu sefer de işten çıkınca koşa koşa eve gidiyorum diyenleri kıskanıyorum, çünkü bazen işten çıkınca benim koşa koşa kendimi sokaklara vurasım geliyor. Ve bu hislerim için kendimi acımasızca suçluyorum, böyle olmamalı diye.
Nihayetinde "hayatımda sahip olduğum o en kıymetli şeyle sarmaş dolaş olup, bir iki agu-bugu’dan sonra ille de birkaç güzel gülücük koparmak, mis gibi kokusunu içime çekmek" gibisini hiç bir sokak vermiyor bana, bunu da çoook iyi biliyorum :)
Zormuş, çok zormuş, ama minişlerimiz iyi ki var. Sen bu postumu oku, bikaç gün sonra sana bir teklifim olacak bebek.. ;)
Postu okudum, beklemedeyim, tamam :)
Post a Comment