Bir arkadaşım anlatmıştı.
Japon balığı almış.
işten sonra evine gidip balığını seyrediyormuş .
şahaneymiş seyretmesi, böyle dalga dalga gidiyormuş
balık.
Ama bir süre sonra balık yan yatmış, debelenmeye
başlamış.
Kavanoza koyup deniz biyoloğu olan bir arkadaşına
götürmüş.
Biyolog incelemiş, demiş ki;
- ıyi haberim var, kötü haberim var, hangisinden
başlayayım?
- Hangisinden istersen
- ıyi haberim balık hasta değil. Kötü haberim suyun
hasta.
- Su hasta olur mu ya?
- Evet olur, iyi oksijen almıyor bu su. Bundan
dolayı bir bakteri girmiş .
Ve bu bakteri balığın sinir sistemini böyle
etkilemiş.
- Ne yapmam lazım?
- Balığın suyunu değiştireceksin , bir de pompanı
değiştireceksin.
Su değişince, pompa sistemi değişince gerçekten de
balık iyileşmiş bir süre sonra.
Balık yine şahane biçimde dalga dalga gitmeye devam
etmiş!
Bizim suyun hastalığı ne peki?
Korku kültürü.
Korku kültürü kavramını biraz açabilir misiniz?
Korku kültürü yaşamda gücü temel olarak kabul eder.
Hayatta en önemli şey güçtür.
Bu nedenle yaşam sürecinin kendisini sıfırlar.
Mutluymuşsun, coşkuluymuşsun, zevk alıyormuşsun
hiçbir önemi yok.
Seni güçlü kılıyor mu kılmıyor mu ona bakacaksın.
Bu da sonuçlarla belli olur.
Mevki edindin mi, para kazanıyor musun, şöhretli
misin, göster bana!
Böylelikle yaşamın bir süreç olarak değeri yok, güç
temel değerdir.
Güçlü olan haklıdır, çünkü o güçlüdür.
Güçlü olanın denetleme hakkı vardır, çünkü o
güçlüdür. Yönlendirir.
Böylelikle tüm ilişkiler ve yaşam onun üzerine
oluşmaya başlar.
O nedenle böyle bir toplumda insan insana ilişki
yoktur, güçlü güçsüz ilişkisi vardır.
Kadın erkek ilişkisi yoktur, güçlü güçsüz ilşkisi
vardır.
Patron işveren ilişkisi yoktur, güçlü güçsüz
ilişkisi vardır.
Bir toplumda "Sen benim kim olduğumu biliyor musun?"
diye soruluyorsa o toplumda güçlü güçsüz ilişkisi
vardır!
Korku kültüründe insanların ilk karşılaştıklarında
akıllarından geçen şudur:
şimdi burada kimin borusu ötecek.
O yüzden kolay kolay gülümsemezler, başka tarafa
bakarak el sıkarlar.
Yani diyor ki:
Yersen, burada baba benim. Böyle durumlarda ben
kendimi nasıl tanıtacağım:
Ben, Profesör Doktor Doğan Cüceloğlu. Mutlaka
mevkimi söyleyeceğim.
Yani işte 15 kitap yazdım, tv programı yapıyorum,
filan, filan...
Bir kıdem listesi yapacağım sana güçlü olduğumu
göstermek için.
Çingeneler kavga ettiğinde "bende bu var, sende ne
var " diye atışırlarmış ya...
Bizdekinin aynı. Adam kitap yazıyor, üzerine Prof
bilmemkim diye titrini yazdırıyor,
Ne gerek var?
Korku kültüründe eşit ilişki yoktur, Kim daha güçlü,
kim daha üstün ilişkisi var.
Daha evlenirken bu karı koca ilişkisinde kendini
belli eder, ilk gece gözünü korkutuyor, ilk gece.
Anne baba çocuk ilişkisinde de öyle.
Anne baba ilişkisinde nasıl?
Çocuk bir kere 0 - 7 yaş arasında müthiş bir
mücadele veriyor.
Ne mücadelesi veriyor?
Varolma mücadelesi veriyor. "Yemiyeceğim" diyor,
"Doydum" diyor.
"Yiyeceksin" diye ağzına tıkıyoruz kaşığı.
"Aç değilim" diyor. "Hayır açsın" diyoruz.
Düşünebiliyor musun ya? şu işkenceyi düşünebiliyor
musun?
Geçen gün üniversite öğrencilerinden oluşan 70
kişilik bir gruba konuştum.
Bir kız öğrencinin önüne gittim. "Merhaba" dedim ama
görüyorum nasıl korkuyor.
inşallah doğru cevap veririm kaygısı var yüzünde.
"Sabahleyin karşılaşsak ben sana sorsam 'Uykunu
alabildin mi?' diye.
Uykunu alıp almadığını bilebilir misin?" dedim.
"Bilmem, belki" dedi. Bu çok acı birşey.
"Peki" dedim "Senin uykunu alıp almadığını senden
daha iyi bilecek kim var?"
Ona da cevap veremedi. Üniversite öğrencisi bu!
Yandaki arkadaşa döndüm. "Aç mısın tok musun bilir
misin?" dedim.
Cevap veremedi, ııığğğ filan yapıyor. "Senin aç ya
da tok olduğunu
senden daha iyi bilebilecek biri var mı?" dedim. "Lokantacı "dedi.
Bunlar üniversite öğrencisi!
Bunlar, bu kadar sınavdan sonra üniversiteye
girebilmiş seçilmiş insanlar!
Ama düşünün öyle bir yaşamı boşaltma durumu var ki
çocuk aç mı uykusuz mu bilmiyor.
Ve ben psikolog olarak şunu söylüyorum.
Bir insanın yaşmının temeli 0 - 7 yaş arasında
atılıyor. Bir vatandaşın vatandaşlığının temeli de 0 ile 7 yaş
arasında atılıyor.
Neye benziyor bu biliyor musun, eğer siz bir çocuğa
0 - 7 yaş arasında
Türkçe öğretemezseniz, ondan sonra da düzgün Türkçe
konuşamaz, ona benziyor.
Eğer çocuklarınıza 0 ile 7 yaş arasında vatandaş
olma bilinci veremezseniz
ondan sonra ikinci dil öğrenirmiş gibi zorlukla ağır
ve aksak öğreneceklerdir.
O zaman o üniversitelinin aç olup olmadığını
bilmemesinin nedeni de annesinin
çocukken aç olmadığı halde zorla yedirmesi mi? Onun
adına kararlar vermesi mi?
Bu ufak bir örnek.
Genel olarak çocuğa verilen mesaj önemli.
"Sen küçüksün bilmezsin büyükler bilir. Sen kimsin ki..."
Bu genel mesaj yerleşince " Ben kimim ki, otorite
daha iyi bilir" inancına dönüşüyor.
Korku kültürünün özü bu!
Öyle olunca yaşam tamamıyla gerçeğin araştırılması
değil,
özgürce bir yolculuk değil, bireylerin, grupların,
cemaatlerin
birinden daha güçlü olma mücadelesine dönüyor.
Türkiye'de siyasal anlamda yaşanan da bu değil mi?
Evet!
ışte bu korku kültürünün aksi olan saygı kültüründe
çok temel bir değer vardır.
O da gerçeğe saygıdır.
Üniversite neden vardır? Gerçeği keşfedip,öğrenip,
yaymak için vardır.
Oysa bu korku kültürünün umurunda değil.
Korku kültüründe üniversite makam için vardır, mevki
için vardır,
daha güçlü olmak için vardır.
bir öğrenci çok akıllı ve yetenikliyse korkarlar,
Sadece üniversitelerde değil, Hiçbir yerde çok
akıllı adam istemezler, Türkiye'de.
Evet, çünkü tehlikesin.
Ama, ben 25 yıl yurtdışında bulundum.
Orada adamın seni sevmesi veya sevmemesi üçüncü
dördüncü derecede ilgilendiği birşey.
"Sevmem ama harika bir kafası var, ondan dolayı
buraya getirmek zorundayım" diyor.
"Arkadaşım olarak görmem ama hakkını veririm" diyor.
şöyle düşünmek lazım. Hepimiz bir ekibin parçasıyız.
Ben şu çocuğun
( parkta oynayan çocuğu işaret ederek) daha mutlu
olmasının bir parçasıyım.
Herkes böyle düşünmeli.
O çocuk mutsuzsa emin ol şu veya bu şekilde o
mutsuzluk benim hayatımı etkiler.
Trafiği düşün, herbir kişinin araba kullanışının
kalitesi diğerinin hayatını etkiler.
Sarhoş ise, yorgun ise, hızlı ise trafikteki herkes
etkilenir. Toplumda da öyle.
Ben buna biz bilinci diyorum. Korku kültüründe biz
bilincinin gelişmesi mümkün değil.
Ya ben bilinci denilen arsız saldırgan kültür
gelişir,
ya da sen bilinci denilen ezik kişiliksiz kültür
gelişir.
Arsızlar ezikleri daha da eziyor yani o zaman?
Zaten sen diyenler "Meee" diyor, "Çoban yok mu?
Uykum var mı yok mu bana söylesin, biri benim
hakkımı korusun."
Mesela sınıfa girin öğretmen olarak.
Korku kültürüyle yetişmiş çocuğa güleryüzlü
davranın,
"Günaydın çocuklar nasılsınız?" filan deyin.
Üç dört ders sonra size parmak atmaya kalkarlar. Siz
üzülürsünüz
ben bunlara insan muamelesi yapıyorum, yaptıklarına
bak diye.
Size süratle öğretirler nasıl öğretmen olunması
gerektiğini.
Demek ki korku kültüründe korkutulma ihtiyacının
giderilmesi için
korkutan birisinin olması lazım. El ve eldiven gibi.
Ve bu bir yaşam felsefesi.
Mesela korku kültüründe yetişmiş kadınlar da
korkutan erkek ister.
Onları korkutmayana "Ne biçim erkek" derler.
Türkiye'de yüzde kaç korku kültürü hakim?
şimdi belirli bir azınlık grup var. insan hakları,
çocuk hakları diyen, insanca bir yaşam isteyen,
birbirlerine "Günaydın" demek isteyen, trafik
kurallarına uyan...
Benim gördüğüm kadarıyla çok az...Ve bu insanlar çok
yalnız.
Eğer Türkiye'de uygar insan gibi yaşamaya
çalışırsanız
süratle kendinizi keriz olarak görürsünüz.
O sınıfa girip de "Günaydın" diyen öğretmenin
durumuna düşersiniz.
Başınıza gelmedik kalmaz yani? Kendinizi korursunuz
ama
o zaman da kendinize yabancılaşırsınız. Bir
mutsuzluk yaşamaya başlarsınız.
Ve altını çizmek lazım.
Kimsenin kabahati yok. Kimse kötü niyetle yapmıyor
bunu. Bildiği başka bir şey yok.
0 - 7 yaş aralığında bunu öğreniyor. Bildiğini de
gelecek nesle bağırta çağırta aktarıyor.
Bu böyle gidiyor.
Nasıl ki alfabeyi değiştirmek için seferberlik
yaptık, köy köy gezip anlattık.
Bence bizim ana babalığı öğrenmemiz için de aynı şey
lazım.
Çok ciddi olarak ve bilimsel olarak. Ve bunu
herhangi bir ideolojinin
herhangi bir güç kapma yarışının parçası haline
getirmeden yapmak çok önemli.
Türk politika tarihinde korku kültürü ne kadar
hakim? Hep korkutularak mı yönetilmiş Türkiye?
Korku kültürünün dışında başka bir akım olmamış.
Avrupa'nın yaşadığı aydınlanma,
birey olma hakkı mücadelesi olmamış. ışte Atatürk
devrimleriyle bunu yapmaya çalışmış.
Fakat korku kültüründe yetişmiş insanlar onu da
hemen bir canavar haline getirip
iki kampa ayrılmış, hangisi güçlü olacak mücadelesi
yapıyor.
ıki tarafında anlaştığı temel değerler nedir
konusunda bir araştırma içerisine girmiş değiliz.
Ben şimdi olanların hepsini korku kültürü içinde bir
mücadele savaşı olarak görüyorum,
Bu da bana acı veriyor.
Bir de bu savaşın, bu en tepedeki güç savaşının
bizlerde, sıradan insanlarda yarattığı korkular var.
Herkes endişeli, kaygı içinde ve mutsuz.
Gerçeğe saygı bir değer olarak kurumlarda
yaşamıyorsa o zaman benim çok dikkat etmem gereken şeyler var.
Ailem var, işim var, düzenim var. Yaşamımı devam
ettirmek için
benim ya çok güçlü olmam lazım ya da çok güçlü bir
ekibin parçası olmam lazım.
Bütün mücadele böyle dönüyor şimdi Türkiye'de.
Karşı tarafın hakları umurunda değil, zerre
ilgilendirmiyor.
Bir onların gözüyle bakayım diye kimse demiyor.
Çünkü bakarsa gücünü kaybediverir.
O yüzden herkes yüzde 100 haklı olduğunu iddia
ediyor.
O yüzden de diyalog imkanı ortadan kalkıyor.
Diyalog imkanının olabilmesi için herkesin "Arkadaş
sen de ben de farklı bakıyoruz ama
müşterek bir gayemiz var" diyebilmesi lazım.
Müşterek kabul ettiğimiz kriterler olması lazım.
Bu kriterler yok.
O yüzden ben sana baktığımda acaba hangi taraftan
diyorum.
Sana da sormuyorum, güvenim yok, alttan alttan
anlamaya çalışıyorum.
Benim gördüğüm kadarıyla hem parti içi hem partiler
arası politika
güç mücadelesinden başka birşey değil.
Kim mevkiye makama gelirse nemalanma durumu olarak
görüyorum bunu.
ıçten içe hepimiz de bu böyle olur diye kabul
etmişiz.
O nedenle korku kültürünü bizim en önemli baş
belamız olarak görüyorum.
Henüz daha farkında değiliz nasıl ki balık suyun
farkında değil,
biz de korku kültürünün farkında değiliz.
Bizim de suyumuz mu hasta?
Aynen öyle, akvaryumun suyu aynı olduğu sürece
yeni balıklar koysan bile bir süre sonra onlar da
hastalanır.
şimdi biz ne yapıyoruz, milletvekillerini
suçluyoruz. Sanki onlar gökten zembille indi.
Onlar da bizim balığımız!
Peki suyu iyi etmek için ne yapmak lazım? Suyun
ilacı ne?
Değerler!
ılk değer gerçeğe saygı. Anne baba olarak çocuğunun
gerçeğine saygı duyacaksın.
ıkinci değer, gerçeğe sevgi. Anne baba olarak
çocuğunu seveceksin.
En önemlisi de yaşama saygı.
Çocuğun kendi yaşamında kendisi olarak var
olabilmesine saygı duyacaksın!
23.03.2008
1 comment:
hay maşallah, zor oldu ama hepsini okudum.
teşekkürler derya bizimle paylaştığın için.
Post a Comment