Jan 23, 2018

Yağmur Gibi Bir Şey...

Neredeyim Biliyor musun?
Beytepe…
Sabah arabanın motorundan gelen sesi kesmek üzere çıkmıştım yola. Servise gidecektim, gittim de ama sonra aniden gelişen ve birbirini tetikleyen olaylar silsilesi sonucu Beytepe’de buldum kendimi. Yaşamın sürprizleri beni Beytepe’ye atmakla da yetinmedi. Buraya gelirken otostopla şehre indiğimiz günlerin hatırına arabaya aldığım üç öğrenciden biri eşyalarını unutmuş arabada. Rengarenk bir şemsiye ve içinde ders notları olan bir ajanda… İsim , adres, telefon hiçbir bilgi yok elimde, Bilgi ve Belge Yönetimi Bölümü’nün adından başka…
Öğrenci işleri istediğim belgeyi iki saat sonra verecek.
Belli ki dün gece uyumamış ilahi güçler, bu günü planlamışlar…
Sordum, Edebiyat Fakültesindeymiş Bilgi ve Belge Yönetimi. Bulmak için kat kat dolaşıyorum. Sosyoloji, Felsefe, Psikoloji…
Final sınavı var Bilgi ve Belge Yönetiminin, bekliyorum şimdi… Neyi, kimi bekliyorsam artık… Şemsiyeyi açtım masanın yanına rengarenk, sahibi görür de gelir belki… Sahibini tanıyamam bile, arka koltuktaydı, yüzünü görmedim ki…
Ajandada notlar var… Dikkat yazıyor bazı sayfaların başında , yıldızlar ve ünlemler… Düzgün bir yazı,  renkli kalemlerle tutulmuş son derece düzenli notlar. Tam bir kız defteri. Sayfalar arasında küçük kağıtlara yazılmış iki tane de not var. Biri  tarih diğeri bir kitap ve yazarının ismi. Bazı sayfalarda küçük karalamalar, insan yüzleri, ağaçlar… Bu okulda okurken tuttuğum defterlere o kadar çok benziyor ki biraz daha kurcalarsam, hele satırlar arasında bir iki de dize bulursam kendi defterim olduğuna inanıp alıp gideceğim. Oysa az önce arabamda unutulduğuna eminim, bu bilgiyi kendi beynimde eritip defteri sahiplenmeden bırakıyorum kurcalamayı.
Belki de herşey bu mektubu yazmam için… Yazıyorum öyleyse…
Sana yazıyorum, işaretlerin dilini en iyi bilene… O işaretlerin peşine düşüp birlikte yollara düşmüşlüğümüze…
Bu gün çok iyi geldi bana Beytepe… Öylesine zor, kötü, karanlık ve yorucu bir dönemden geçiyorum ki… Artık nefes alamıyor gibi hissediyorum bazen kendimi… Artık görmüyor, duymuyor , anlamıyorum gibi… O  kadar çok ve üst üste geliyor ki olumsuzluklar , baş edemiyorum. Baş etmeye de çalışmıyorum zaten, çaresizlik aldırmazlığa dönüşüyor git gide. Hassas şımarık tenim arsız bir kabuğa dönüşüyor.
Hiç bu kadar çok ‘gitmek’ istememiştim biliyor musun ? Nereye olduğunu bilmiyorum, sadece hiç bir şey olmayan bir yer düşlüyorum ve yahut bir ceviz kabuğuna koyup kurumuş kalbimle beynimi suya bırakmak istiyorum….

      Zamanım doluyor, Öğrenci işlerine gidip belgemi almam gerek . Bu ajandayla şemsiyeyi burada bırakacağım; sahibi ya da arkadaşlarından biri görür belki de…

            İyi geldi bana Beytepe… Nefes aldım… Dinlendim… Avundum… ‘Gitmek’ istediğim yer orasıymış , o kadar yakınmış aslında farketmemişim.
           Bu yıl büyük  felaket bana çıkmış olabilir ama bu küçük ikramiyeleri seviyorum…
        Fakülteden çıkarken sınav sohbeti yapan bir grup öğrenciye yaklaşıp anlattım derdimi. İçlerinden biri tanıyormuş elimdeki ajandayla şemsiyenin sahibini. Ona teslim edip ayrıldım yanlarından. Daha yıldız Amfiye varmadan ayak sesleri yaklaştı ardımdan.  Final sınavıymış, dersten geçiyormuş zaten, ajandaya da ihtiyacı kalmamış, yine de teşekkür etti ama şemsiye ev arkadaşınınmış, kaybolsaymış çok  üzülürmüş.
‘Hocam Çerkes misiniz?’ dedi, bir yandan uzaklaşırken.
‘Evet’ dedim şaşkın ‘Nerden anladınız? ‘
Gülümsedi.
‘ Ben de ‘ dedi. ‘ Eyvallah ‘ der gibi bir işaret yaptı eliyle,  gitti…
Hayat çok garip bir şey bence…