Nov 22, 2007

Uzun bir konuşma için telefonu koltuğunun yanına çekti.Büyükçe bir bardağa kola doldurup telefonun yanındaki sehpaya bıraktı. Müziğin sesini biraz daha açtı.Pencerenin önünde yıldızları izledi, şarkı söyleyen adamın şarkısına eşlik etti bir süre.Yıldızlardan mı, geceden mi, müzikten mi bilinmez huzur yayıldı odanın atmosferine. Derin bir nefesle içine çekti havadaki dingin deniz kokusunu; dağ havası serinliğinde özlem doldu ciğerlerine.Telefonun yanında, sırasını bekleyen koltuğa oturdu, telefonun tuşlarına bastı hızlı hızlı.Bir eliyle ahizeyi kulağına götürürken bardağa dolandı kablo, kola döküldü yere.
Telefonum çaldı...
Ben, krem rengi halıda yayılmış yatan kahverengi lekenin adını Derya koydum.
Üzmüşlerdi bizi, yormuşlardı. Benim yorgunluğum alışkın adımlarla içimden geçip yüzüme vurdu.Bir de avuçlarımda üzgün olmanın soğukluğu...Onun yüzünün sert hatlarından kimse okuyamadı ne üzüntüsünü ne de yorgunluğunu.Gece boyu yanan tütsü küllerinin savrulduğu odadan, bizi üzenlerden kaçıp sığındığımız evden , üzüntülerimizle içinde debelenip durduğumuz hayattan çıktık. Dışarıda bahar kokusu... Güneş parlamış, çiçekler açmış, sevda yayılmış ortalığa biz içerdeyken, hiç haberimiz olmamış. Otobüse binmedik. Bir volkmanin kulaklıklarını paylaşıp aramızda, Suavi şarkıları dinleyerek indik Kardeşler yokuşunu. Etlik’i İvedik’ e bağlayan iki yanı büyük ağaçlarla kuşatılmış geniş caddeden geçerken, önce aşık olduk şehre, sonra birbirimizden kıskandık. Metroda gülümseyen insan yüzlerine tepkisiz bakarak 10 dakika yol aldık. Sıhhiye istasyonunda inip tek kulaklıktan sızan müzik eşliğinde , yan yana ama hala hiç konuşmadan yol aldık. Hastanenin acil kapısından girdik kampüse, çocuk hastanesinin önünden geçtik metrodaki tepkisizliğimizle. Heykelin, A kapısının önünden geçerken kulaklıklara tutunduk sıkıca. Feycan Cafe’ nin önünde bizi üzenlerin, bizim üzdüklerimizin, uğruna üzüldüklerimizin arasından geçtik usulca....
Aşk kapısını çaldı. 19.30 otobüsünde adına ayrılmış bir yeri oldu arkadaşımın. Beylikdüzü’ ne giden otobüsün en ön koltuğunda yanındaki kızın sıskalığından memnun şehre tepeden bakarak yol alırken, habersizdi iki sıra arkada oturan bir adamdan. Oysa cama vuran aksinde yol boyu onu okudu adam...
Yere dökülen kolayı silmeye çalışarak bir yandan 19.30 otobüsündeki yerini anlattı bana.Oysa kola memnundu hayatından...
İstanbul’da, İstanbul’dan da uzak bir semtin krem rengi halılarla döşeli salonunda bir bardak kola döküldü, tutunmak için hayata.Unutulmamak istedi kola.Silineceğini bile bile bir leke bırakmak umuduyla saçıldı krem rengi halıya...

No comments: