Aug 22, 2010

Datça Günlüğü

1. gün
Güzel yer Mesudiye, şirin yer. Yaklaşık 10 pansiyondan oluşan bir köyceğiz. Tavuk-horoz sesleriyle uyanmalı, bahçeden taze sebzeler yemeli, bol kitap okumalı, az gürültü duymalı huzur dolu bir tatil bizi bekliyor .
Evet evet bizim için bundan iyisi olamaz.
Peki ya geldiğimiz onca yol?

Olacak o kadar... Değmedi mi ama, değdiiii. Ya o el kadar deniz parçasında yüzlerce insanın çimmeye çalıştığı koylardan birinde olsaydı pansiyonumuz ? Şöyle vıcık vıcık insanla dolu olsaydı çevremiz ? Viyak- ciyak bağırışan çocuklarrının peşinde dolaşıp onlardan daha da çok cıyaklayan ana-babalarına " ayy ne şeker çocuunuz vaaar" demek zorunda kalsaydık adım başı? Bir de bangır bangır müzik sesi karışsaydı o kalabalığın cümbüşüne? Kötü kötü müzikler zorlasaydı kulak zarımızı?
Yaaaa diy mi ama? Şu sakinliğe bak hele...Oh be.



2. gün
Acaba klima mı çarptı; yoksa akşam yediğimiz balık mı dokundu? Taze badem yüzünden olabilir mi dersin? Güneş çarptı desek? O kadar da kalmadık ki güneşte...O zaman deniz çarptı. Yok canııım, duyan da balığa çıktı sanacak. Hay Allah! Otobüsteki meyve suyundan olabilir mi? Olabilir, tuhaf bi kokusu vardı sanki. Börülce mi fazla yağlı geldi ki?

Sonuç olarak, Şamil bu gün denize gelemeyecek. 10 dakika arayla tuvalete gitmesi, bulanan midesini sakinleştirmesi, yükselen ateşi eşliğinde kabuslar görmesi lazım. "Ateş seni çağırıyoooooor..."

Bu durumda ben de canımcığımın odası- mutfak- plaj arasında dönelemeli bir gün geçiriyorum. Şamil'in hastalık arası uyuklamalarında plajı gören restoranda oturup kitap okuyorum, çevreyi seyrediyorum... Az yağlı diyet yemekler hazırlıyor Pansiyon sahibimiz Sevil hanım bizim için, onları odaya taşıyor, boşları mutfağa indiriyor, sevgili hastamın siparişlerini yeniden odaya çıkarıyorum.
Odada kan-ter içinde yatan nazlı hastam servisi yalnızca benden istiyor, "kusura bakmayın yemeğini sadece benim getirmemi istiyor" deyip pansiyon puanlarını topluyorum.

 
Posted by Picasa
3. gün

Bu gün pansiyonun en meşhur kişileri biziz. Başrolde hasta kişi Şamil, yardımcı kadın oyuncu bendeniz. Güne odaya kahvaltı taşıyarak başlıyorum. Şefkatli,fedakar ve sempatiğim fena halde.Kendime yüksek puanlar veriyorum. Ve zaten kahvaltı dediysem, bir dilim ekmek ve bir tane haşlanmış yumurtadan ibaret. Başka birşey yiyemiyor canımcım... Bu durumu gören ve eşimcimin hastalığından haberdar olan pansiyon sahiplerimiz ve diğer müşteriler seferber oluyor. Zulalardan ishal hapları, mide ilaçları, öksürük şurupları çıkıyor. Hele içlerinde Almanya'dan gelme bir ilaç var ki... Onu görünce Şamil'in gözü parlıyor, hastalık arası hafifçe gözünü açıp "Milch schnitte"leri de var mıdır acaba diye soruyor?

Şahane bir yer burası. Şezlongları boş bir plaj, o plajı ve denizi seyreden yeşillikler içinde ufak bir açık restoran ve onun da gerisinde, kaldığımız pansiyon var. Sabahları şezlong kapışmaca yok. Elbette herkesin gözdesi, ağaç gölgesinde kalan bir-kaç şezlong var ama ortalıkta sabahın bir kör saati şezlonglara havlu atıp gün boyu plaja inmese dahi o havluyu kaldırmayan insanus benciluslardan olmadığı için herkes sırasıyla nasiplenebiliyor.
Bu gün de sıra bende...
Deniz cam gibi. Elimde "Solucanlara Piyano Çalaa Adam"ile konuşa söyleşe tadını çıkarıyorum güneşin. Terletmeyen, insana kendisini yosun gibi yapış yapış hissettirmeyen nefis bir hava. Kulağımda ağaç hışırtıları ve denizin sesi...

Posted by Picasa

4. gün
Geldiler...12 Kişiydiler. 12 şezlongu yanyana dizdiler ve bitmeyen üstelik tahrip gücü sürekli artan bir gürültü peydah ettiler.
"Salatalık yiyen var mııı?" diye bağırdılar bir uçtan bir uca
"Güneş kremi kimdeeee?" dediler
Sonra bir güneş kremi uçup havada 12 şezlong öteye düştü. Çocuktu içlerinden biri, cıyak cıyaktı. Sus demediler, üstelik o cıyakladıkça cıyaklattı teyzeler ve dayılar. Annesi salatalık yedi çatur çutur, babası gümbürdeyerek sohbet etti yedinci şezlongtakiyle.
Onikişezlonglular hiç susmadılar o gün. Ağaç hışırtıları ve deniz sesi kaçıp kayalıklara saklandı.

Şamil'in de ateşi düşmüyor zaten. Yemek de yiyemiyor ve benim alerjimi coşturan klima odada fırtınalar estiriyor.

Öğle yemeğinde de devam etti aynı hengame. Yemek sonrası odaya çıkarken ben, gözümdeki deli bakışı farketti Sevil Hanım. "İyi misiniz? " dedi, "Değilim? "dedim, değilim derken ağzım hafif çarpıldı, gözüm seğirdi, aperiyodik titremelerle sallandı kafam muhtemelen.
"Eşinizin yemeğ..." diyecek oldu
"Kimse gelmesin!Kimse! Been götürürüm!" dedim.

Öğleden sonra yine plajdaydılar. Günün sonunda oniki şezlongluların bütün geçmişinden, dertlerinden, aile içi meselelerinden haberdardık plajcak. Hatta kimi komşularını ve orada olmayan kimi akrabalarını da tanıyorduk kısmen.
Oysa onlar tanımıyordu beni. Haberleri yoktu ses alerjimden. Ses yükselince,gözüm seğirir, ağzım yamulur, dişlerim ve tırnaklarım sivrilir benim, gözümü kan bürür...
Akşam yemeğinde Sevil hanım ve pansiyon çalışanları plajda neler olup bittiğinden ve onikişezlonglulardan habersiz- iyice işkillendiler bakışlarımdan.

"Eşinizi ilk geldiği akşamdan beri görmedik, çıkamadı adamcağız odadan. Biz bir baksak mı acaba?"
"H a y ı r!!!"
"Pe pe peki..."


5. gün

Geldikleri gibi gittiler, inanamadık... Meğer günübirlik bir koy gezisiymiş onlarınki,meğer koy koy dolanan bir kabusmuş onikişezlonglular.

Kahvaltı sonrası uzanmış kitabımı okurken pansiyonda tanışıp arkadaş olmuş 6-7 yaşlarında iki çocuk kavgaya tutuşuyor.. Koşup geliyor yanlarına içlerinden birinin babası
"bağırarak konuşmayın, burada herkes dinleniyor çocuklar " diyor
Ağlamak istiyorum... Memleket sevgim, yaşama sevincim geri geliyor.
Ne güzel insanlar var yahu diyorum, kendilerine "hayat güzeli" plaketi vermek istiyorum.

Üstelik Şamil de daha iyi bu gün. Ateşi düştü ama sakınmaya devam...


6. gün
Küçükken "getir makası ayırıverelim" şakasına uzun uzun ağlardım. Teyzemle genetik benzerliğimiz olması hoşuma giderdi ama bitişik parmaklılığın y geniyle taşındığını öğrendiğimde biraz kafam karışmıştı.Ama en güzeli, halamın kayınvalidesi, bitişik parmaklı birinin popoya tepmesiyle karın ağrısının geçtiğine inanırdı.

Tatil iyi bişey... İnsanın uzun uzun bitişik ayak parmaklarını izleyip üzerine düşünmeye zamanı oluyor ne güzel... Öğleden sonra da kemik irisi dizkapaklarımı incelemeye alasım var; sonra da 12 yaşında kemirmeyi bıraktığım tırnaklarıma gelir sıra. Zaten hafiften bir tren yolu tırnaklılık var ki bana epeyi mevzu çıkar...

Günün sonunda ayak parmağı-diz kapağı ve tırnak incelemesini fazla uzatmamam gerektiğinin farkına varıyorum. Hani plajda incelemeye almak neyse de, yemekte tırnaklarla sohbet etmek doğru değil sanırım...

Yemekten sonra Sevil Hanım hafif mırıltılı serzeniyor: "Adamcağızı bir görebilseydik..."

Posted by Picasa

7. gün

Nihayet kahvaltıda benimle restorana inebiliyor Şamil. Personel derin bir "ohh" çekiyor onu görünce. Hay allah ne müşfik ve fedakar bir görüntüm vardı oysa...

Şamil tedbiri elden bırakmamak için, ben de su korkum yüzünden bu gün de girmiyoruz denize. Uzaktan bakıyoruz beraber; cam gibiliğinden, köpürerek kıyıya sokulup kaçışından,hafif esintisinden denizin ve güneşin gülümsemesinden hoşnutuz.

Yarın yola çıkmadan denize girmeyi planlıyoruz :)

9 comments:

elegimsagma said...

ehehe, nefis tatil yazısı :) geçmiş olsun, hastalık babında benzeşik tatiller geçirmişiz. ben parmağa bayıldım yaa, canlı canlı da görüp dokunabiliyo muyuz aceba?

daryal said...

evet fekat bilet kesiyoruz bu yazıdan sonra :) Ancak karnı ağrıyana tepik bedava :)

Unknown said...

çooooook eğlendim okurken daryalım yaaa... "onikişezlonglular" harika bi yaratıcılık! parmak ise bugüne kadar hiç dikkatimi çekmemişti. benim ne zamandır üzerinde çalıştığım endonezya yazısını da bitirmek farz oldu artık! :)

Nefin Huvaj Sevim said...

Çoook keyifli bir yazı olmuş Debideryam, kalemine klavyenin enterına basan parnağına sağlık!.. Çok severek okudum. Datça'da Mesudiye'de biz de kalmıştık. Bi anılandım.. Şamil'e çok geçmiş olsun bu arada...
Hastası olsuğum şu cümleyi ise yazdım kafaya: 'kendilerine "hayat güzeli" plaketi vermek istiyorum.'
:D

daryal said...

Setoş, o parmağı bu güne kadar herkeslerden sakladım ben. Kendim gizli gizli bakıp eğlendim :) Fakat parmak izlemekten sıkıldım bu aralar, şööle güzel bir Endonezya yazısı olsa da okusak...


Cümlesini boşver Nefim, bir fırsatını bulursam o plaketten bi tane veririm sana ben:) Yazıyı sevmene sevindim ;)

Nart Bedin Atalay said...

Birinci resimde gorulen dag yolundan, ikinci resimdeki kayalardan, ayrica bir iskele olmayisindan burasinin ovabuku oldugunu iddia edecegim.

Biz de 20 agustos'a kadar datcada idik. Ova bukune de saniyorum 17'sinde gitmistik. Orada gun boyu Ozdemir pansiyon'da pineklemistik.

Aksama dogru birinci resimdeki yolu takip ederek (ve manzaranin verdigi korku ve heyecani bir anda hissederek) palamutbukunu bir koklamistik.

Karsilasmamamiz uzucu olmus...

daryal said...

O iki kıytırık resimden nokta atışı yapmışsın, pesss...
Bizim pansiyonda pineklemişsiniz hem de...
Yaklaşık bir hafta farkla geçişmişiz.

Karşılaşsak şahane olurdu gerçekten, eminim Şamil'e de iyi gelirdi sizi görmek , daha çabuk iyileşirdi :)

Serendipity said...

Çok keyifli bir tatil yazısı olmuş. Benim bu zamana kadar okumamış olmam ne yazık. Tüm yorumlarımı buraya yazmıyorum. Yüzyüze yapacağımız bir muhabbete saklıyorum. Selam ve sevgi ile...

daryal said...

Mekanı da iyi bilen biri olarak yazıdan keyif alman pek sevindirdi beni sevgili Sıdıka. Aslına bakarsan ben de yüzyüze bir muhabbet bekliyordum size teşekkür etmek için. İyi ki de önermişsiniz, çok sevdik...