Nov 29, 2012


Sevgili çevrem, uzunca bir zamandır direniyorum hamilelik, doğum, bebek vs üzerine yazmamak için. Ama bu gün, Argunun tepesinde uyku-emzik ilişkisini kurmak amacıyla pusuda beklerken karar verdim bu direncimi kırmaya. O, diliyle dışarı itti emziği, ben işaret parmağımla içeri... 23 dakika sürdü mücadelemiz ve sonra o uyuyakaldı. Kim kazanmış oldu, bilmiyorum ...

Burası bir başka  yakası hayatın ve bu yakada sürekli çocuğundan bahseden o sıkıcı insanlardan biri olmamanın imkanı yok . Çünkü;  çocukla ilgili başkalarına sıkıcı gelen   ayrıntılar örülüp senin hayatın oluyor artık. Bütün günün yaşamak için tamamen sana bağımlı o minik şeyi izleyerek geçiyor ve hatta bütün gecen... Yüzünün her hareketine, bedeninin her kıvranışına,  sesinin tonuna,  ağlamasının şiddetine  anlamlar yüklemeye ihtiyaç duyuyorsun çaresizliğine çare olabilmek için. Üstelik bu anlam yüklemelerin anlamsızlığını da biliyorsun da sen de kendi çaresizliğini örtbas etmeye çalışıyorsun bir çeşit veeee

derken, hayatın diğer tarafıyla bağlantın kopuyor çarçabuk. Burada, dün kim olduğunun pek bir önemi yok. İşinmiş, arkadaşlarınmış,  alışkanlıklarınmış, kitaplarınmış, yazılarmış, gezmeler tozlarmış, dolapta bekleyen 36 beden kıyafetlerinmiş mış muş...

Sen, bir çift memesin artık!  ve bütün konsantrasyonun hızla ve en çok miktarda süt üretmek üzerine , gerisi yalan...

Hayatın bu yakasında süt, kaka ve kusmuk gerçek olan.

Ha bir de gülücük var... Kapıldığı akıntıyla diğer yakadan hızla uzaklaşmaya başladığı o ilk günlerde  bebeğin anne karnında başlayan bu sıradan refleksine  tutunuyor insan düşmemek için.  Bu sayede baş ediyor gaz sancıları, sonsuz emmeler ve sebebini bilemediği ağlamalarla... Ah o ağlamalar... Bir insanın gözündeki yaş damlası bu kadar mı paramparça eder bir başkasının yüreğini. Ediyor işte.  Bazen bıçakla kesilir gibi bitiveriyor çığlık çığlığa geçen, sizi çaresizlikten deliye döndüren bir ağlama nöbeti  ve arkasından gülücük... Herşey, süt liman şimdi...

Geçen haftasonu, evet evet bütün haftasonu, ağladım hüngür haşırt “ben çok bunaldım, dışarı çıkmak istiyorum” diye.  Dışarı çıkabiliyorsun elbet,  eve yakın alış-veriş merkezine gidecek aradabir ya da kısa yürüyüşlere çıkacak, kısa ev gezmeleri yapacak zaman oluyor olmasına da bütün bunlar yeni annenin “dışarı çıkma”ihtiyacını karşılamıyor. Çünkü nereye gidersen git ona olan sorumluluğun seninle birlikte geliyor. Telefon açıp sormak gerekiyor sürekli  “uyudu mu? sütünü içti mi? ağladı mı? ” diye.

  Aslında içinde bebeğinden başka neredeyse hiç birşey olmayan hayatından dışarı çıkası geliyor insanın, olmuyor.  Mesela hepitopu 123 sayfalık bir kitap bir ayı geçkin zaman başucunda bekliyor.  Bir filmi başatan sona kesintisiz izlemek mümkün olmuyor. Tam kekin malzemelerini  karıştırırken içerden bir ağlama sesi geliyor. Bütün misafirlerle ayrı ayrı bebek sohbeti yapılıyor ve başta büyükler olmak üzere herkes konuşmanın bir yerinde bebekle ilgili akıl vermeye başlıyor.

Bebeği bırakıp dışarı çıkmak  bir mesele. Birkaç saat dışarı çıkmak için, yokluğunda içirilmek üzere süt biriktirerek başlıyorsun hazırlıklara. Hayatıda ilk kez  belki de anneni tembihliyorsun uzun uzun aldırmadan üç çocuk büyütmüş olmasına ya  da bebekli  bir seyahat için bir eşek yükü eşya alıyorsun yanına. Bizim gibi üşengeç bir çiftsen eğer,  onca eşyayı sürüklemektense evde kalmayı tercih ediyorsun bu durumda.

(Argun, uyanma emareleri göstermeye başladı. Hemen bitirmezsem diğerleri gibi yarım kalacak bu yazı da. )

Biliyorum biraz fazla şikayetlenen bir yazı oldu bu. Henüz çocuk sahibi olmamışsan korkutma gözünü sevgili çevrem,  yok eğer  çocuk sahibi olmuşsan bu mızırdanışları fazla ciddiye almaman gerektiğini biliyorsundur zaten.  Çünkü sen “amma da yıpratıcı iş” diye düşünüp benim için kederlenirken bu yazıyı okuduktan sonra, ben sıkıntılarımı yazarak yükünden hafiflemiş olarak hayatımda sahip olduğum o en kıymetli şeyle sarmaş dolaş olacak, bir iki agu-bugu’dan sonra ille de birkaç güzel gülücük koparacak, mis gibi kokusunu içime çekip tazeleneceğim.

İşte böyle...  Akıl,mantık, kural, tutarlılık vs ikinci planda kalıyor bu yakada.  Midede sıkışmış bir gaz bulutu karartabilirken bütün gününü bir “gark” sesiyle huzur bulup huşu içinde kendinden geçebiliyorsun.

 Bu yakada akıl, mantık, kural vs anlamsız sevgili çevrem. Bu yakada Argun var, o altına yapıyor biz de öpe koklaya, sevine sevine temizliyoruzJ

3 comments:

Günay Çetao said...

güzel anlatmışsın, derya'm :) bu konuda başka yazılar da yazmalısın. anlattığın yer hayatın içi bence, bu yakada ise bitmeyen bir koşturma :) ve avm'de felsefi sohbetler etmeliyiz arada bir buluşup :)

Unknown said...

Ahhh ah.. Bu yazı nasıl dokundu bana. Alıp aynen kendi bloguma koymak istedim; yazsam aynını yazarmışım çünkü.

Şimdi işyerindeyim, bu sarmalın azcık dışına çıktım iş nedeniyle. Ama bu sefer de işten çıkınca koşa koşa eve gidiyorum diyenleri kıskanıyorum, çünkü bazen işten çıkınca benim koşa koşa kendimi sokaklara vurasım geliyor. Ve bu hislerim için kendimi acımasızca suçluyorum, böyle olmamalı diye.

Nihayetinde "hayatımda sahip olduğum o en kıymetli şeyle sarmaş dolaş olup, bir iki agu-bugu’dan sonra ille de birkaç güzel gülücük koparmak, mis gibi kokusunu içime çekmek" gibisini hiç bir sokak vermiyor bana, bunu da çoook iyi biliyorum :)

Zormuş, çok zormuş, ama minişlerimiz iyi ki var. Sen bu postumu oku, bikaç gün sonra sana bir teklifim olacak bebek.. ;)



daryal said...

Postu okudum, beklemedeyim, tamam :)