Nov 4, 2017

Büyücü Geri Döndü :)

Sevgili Kertenkele,
 Sana bu mektubu yazmak zorunda olduğum için yazıyorum. Birazdan bana verilen süre dolacak ve ben hala bu mektubu bitirmemiş olursam sana, yani en büyük pişmanlığıma dönüşeceğim…
Birkaç gündür düşünüyorum seni… Daha doğrusu geçmişi. Hallaç pamuğu gibi atıyorum anıları , aralarından pişmanlıklar dökülsün diye. Dökülmez mi, dökülüyor elbette…Ufak tefek tüh’ler vah’lar… Fakat bir türlü aradığımı bulamıyorum. Illa ki bir yerlere koyduğum koskoca bir pişmanlığım vardır benimde diye düşünüyor, aklımın dehlizlerini kurcalıyor, albümlere bakıyor, sararmış mektupları filan okuyorum. Yok, Yok, yok…
Dedim ya, ufak tefek şeyler çıkıyor karşıma; kırgın bir bakış, yersiz söylenmiş bir söz, dikkatsizce atılmış bir adım mesela… Bu gün olsa aynı şeyi yapar mıydım? diye soruyorum kendime, ‘evet! diye yanıtlıyorum çoğu kez. O zaman pişmanlıktan sayılmaz bence… Yıllarca sağda solda tozlanmaya durmuş pişmanlıklar affa uğruyor böylece. Kuş gibi hafifliyorum her birini azat ettikçe.
Iyı güzel de zaman doluyor. Mektubun son satırlarında beni bir büyücü bekliyor. Beni bu mektubun içine atan, yazmakla cezalandıran,  satır satır takip eden ve  sonunda en büyük pişmanlığımı yazmamış olursam eğer, beni ona dönüştürecek olan büyücü…
Sen öldürdüğüm ilk hayvan değilsin oysa… Neden o kadar üzüldüm, bilmiyorum. Senden önce bir civcivi öldürmüşlüğüm var mesela… Vurmak istememiştim. Yengemin sacda pişirip, soğuması için yaydığı beze attığı ekmeklerden uzak durması için savurduğum sopa çarptı boynuna. Ona vurmak değildi niyetim, korkutmak istemiştim , ama…  Zavallıcık bir süre yerden kaldıramadığı başının etrafında döndü bütün vücuduyla, sonra çırpına çırpına öldü…
Biraz üzüldüm, sonra geçti. Yengem kızmadı bile, beceriksizliğime güldü sadece.
O da bir şey mi, amcamla ava giderdim. Hatta amcamın sakatlanmış tazısını vurup yerine cins bir tazı aradığı günlerde ona tazılık yapmışlığım bile var. Yeni biçilmiş buğday tarlalarında sap yığınlarını tekmeleyerek boydan boya koşar, keklikleri havalandırırdım. Kekliklerin kanat çırpışları arasında tüfek sesi duyulur, ardından yediği saçmanın acısıyla sersemlemiş keklikler sap yığınlarına düşerdi patır patır… Sıcacık olurlardı, ılık ılık kan akardı yaralarından, kalpleri yerinden çıkacakmış gibi atardı, avucumda çaresiz çırpınırlardı bazen, bazen o kadarına bile mecalleri olmazdı. Koşup amcama götürürdüm, başımı okşardı…
Seni öldürmek istemedim , biliyorsun. Oyunumuzu bozmuştun. Seni gören arkadaşlarım çığlık çığlığa bağırıp kaldırım taşlarına sıçramış sözde senden kaçmaya çalışıyorlardı. Onlar inmiyordu, sen de gitmiyordun… Oysa ben git istiyordum. Bahardı, güneşi yeni görmüş koca bir kışın ardından sokağa yeni çıkabilmiş , eğlenceli bir oyuna başlamıştık ki… Sen çıktın.  Sonrası çığlık, kıyamet, curcuna… Sen git, biz de oyunumuza dönelim istiyordum. Elime birkaç taş alıp seni korkutmak için  yarım metre uzağına fırlatmaya başladım. Korktun. Korktun ve çok şaşkındın. Attığım ilk taşın sesiyle kaçmaya başladın fakat sonra aniden dönüp ters yöne koşup attığım  ikinci taşın altına girmeyi başardın.
Şaşkındım.
Akşam eve geldiğimde anneme anlattım. Naptın ? dedi annem, o da senin gibi bahar coşkusuyla dışarı çıkmış, hevesini kursağında bıraktın. Annesi de ne kadar üzgündür, ne kadar merak etmiştir kim bilir …
Babama anlattım bir teselli umuduyla. Dişlerinin arasından derin bir nefes alıp acıyla buruşturdu yüzünü, ‘vah yazıkk’ dedi, gerisi gelmedi…
O gece uyuyamadım…
İnsanoğlu kendini avutmanın bir yolunu buluyor eninde sonunda Sevgili Kertenkele. Ben de buldum, senin o taşı atarken seni öldürmek istemediğimi bildiğine inandırdım kendimi ve affettim senin yerine…Her bahar düşsen de aklıma, hafif bir sızı duysam da içimde yine de hallolmuştu bence mesele.
O kadar hallolmuştu ki yıllar sonra yalnız yaşadığım tek odalı evime  giren zavallı bir süleymancığı önce böcek ilacıyla sersemletip sonra dördüncü kattan atmıştım da pek üzülmemiştim bile. İnsanoğlu arsız sevgili kertenkele. Ardından ne sinekler, ne karıncalar, böcekler… Üstelik pek çoğunu zevkle…
Bak şimdi ne hatırladım : O tek odalı evde kalırken , yani ilk başladığımda öğretmenliğe, sıraya koyup hediyeler alıyordum sevdiklerime. Kendi kazandığım ilk parayla alınmış hediyeler… Kardeşlerimle başlamıştım ve sıra anneme geldiğinde gümüşten kertenkele şeklinde bir yaka iğnesi almıştım. Bak şu bendeki pişkinliğe… Yanlış anlama, bir kastım olduğundan değil, sen aklıma gelmedin bile…
Yazdım kurtuldum işte.
Saat te 12:00 yi geçmiş çoktan. Ne olacak şimdi?
Bir tuhaf hissediyorum kendimi, dilim uyuşuyor, damarlarımdan kanım çekiliyor gibi. Rengim değişiyor… Eyvah !... Geç mi kaldım . Bir kertenkeleye mi dönüşeceğim yani… Yoksa bir yavru kertenkele olunca çocuklar mı taşlayacak beni? Pişman olduğumu biliyorsun sevgili kertenkele, bu gün ki aklım olsa atar mıydım o taşı, öldürür müydüm seni?
Değişiyorum, kemiklerim eriyip yok oluyor sanki. Yumuşak ve sıcağım o zavallı kekliklerin tüyleri gibi. Dönüşüyorum. Nolur beni affet kertenkele…
Hay Allah,!...
Düğmelerim
 var artık,
 cep
                      le
                                        rim…
Dönüştüm bile…
O tek odalı evde yaşarken babama  almayı planladığım ama geç kaldığım hırkayım şimdi işte…



No comments: