Sep 28, 2008

Çocuklar,
Altın yapraklarla oynuyor
Penceremde
Haberin olsun, dedim
En çok sonbahar yakışır
Bu kente...Posted by Picasa

Sep 27, 2008

KÖRLÜK - Jose Saramago

Bir süre daha Saramago okuyacağım, demiştim Yitik Adanın Öyküsü ile ilgili blog yazımı yazarken. Orada da belirttiğim gibi ifadelerin zorluğuna karşın seçilen konu ve işleniş "bir usta"nın kalemini okuduğumu hissettirmiş yeterince tad alamadığımı düşünüp kendime kızmıştım biraz. Haklıymışım... Ancak yeterince tad alamamın nedeni kendi algı zayıflığım ya da "kıt"lığım değil, berbat bir çeviri ile karşılaşmış olmammış, iyi bir çeviri ile karşılaşınca buna karar verdim.
Körlük, son dönemde okuduğum en iyi kitaplardan biri. Yazarın uzun, dolambaçlı, kendine özgü anlatımın derinliği, akıcılığı ve tutarlılığı şaşırtıcı düzeyde. Her zamanki gibi oldukça ilginç de bir konusu var. Sıradan bir adamın trafikte aniden kör olmasıyla başlayan körlük salgını kısa zamanda herkese yayılıp medeniyeti esir alıyor. Böyle toplu bir körlük karşısında insanların bireysel ve kitlesel tepkileri neler olur... Ben kitabı elimden bırakamadan, bir solukta okudum ve okurken hep o körler arasında hissettim kendimi. İlginçti...
Tam da kitabın konusundan nefis bir film çıkabileceğini düşünürken internette "körlük film oluyor" başlığını okudum, merakla beklemekteyim.
Saramago'nun diğer kitaplarında da seçtiği konular oldukça ilginç... Mesela Yitik Ada'nın öyküsünde , İber Yarımadası günün birinde yerinden kopup okyanusta hareket ediyor ve dönüp dolaşıp eski yerine geliyor. Birbiriyle alakasız beş ayrı insan bu kopuşun kendi başlarına gelen doğa üstü olaylarla alakalı olduğuna inanıp iz sürmeye başlıyorlar.

Bir başka kitabında kimse ölmüyor... Kimsenin ölmediği bir dünya...

Son kitabında, bir ülkede yapılan seçimlerde bütün oylar boş çıkıyor...

Üstelik yazar bütün bu konuları işlerken gerçekle gerçeküstünü son derece başarılı bir biçimde harmanlıyor ve siz mantık bağlantıları aramayı bırakıp akışa kolayca ayak uyduruyorsunuz.

Körlüğü okuyun mutlaka, kör olmadan...




Sep 23, 2008


Her yıl çalıştığım kurumlarda 1-2 maaş bırakma huyumu (bu bende huy haline geldiğine göre sektörde bu konuda da alışkanlık var demektir) bırakmaya karar verdim ve avukata gittim. Daha önce de benzer denemelerim olmuştu ancak avukatla görüştükten hemen sonra çeşitli nedenlerle geri çekilmiştim.

Bu nedenler neler? Kimi zaman avukatların umut vaad etmeyen, çok uzun süreler öngören açıklamaları, kimi zaman tembellik, kimi zaman vicdan... Öyle mahkemeli-avukatlı bir yaşantıdan gelmediğimden olsa gerek konuyla ilgili bilgim az olduğu gibi önyargım da fazla. Garip te bir tedirginliğim var (o niyeyse, sanki mahkemeye verilen benim) Birini yasal yolla uyarmak en doğal hakkım olmasına rağmen (üstelik de mağdurum basbayağı) iç ezen bir suçluluk duygusu da peşimde... Kendi kendime uzun süreler can sıktıktan sonra "böyle olmamalı! Bize birşeyleri yanlış öğretmişler!" diyip kendi iç muhasebemi tamamlar tamamlamaz bir avukatın yanında aldım soluğu. Sağ elimin işaret parmağını sol elimin avuç içine vura vura "bir bir "anlattım durumu.

Kendisi de geçmişte dershane öğretmeni olan (dolayısıyla sektörün sıkıntılarından da son derece haberdar) avukat beyle uzunca sohbet etme şansımız da oldu ve anlattıkları üzdü beni. Çünkü ben yaşadığımız pek çok sıkıntının sektöre ait sıkıntılar olduğunu düşünüp için için kendi makus talihime küserken memleketin geri kalanı için umutlu ve de mutluydum. Avukat bey anlattıklarıma hiç şaşırmadığı gibi bunun yaygın bir durum olduğunu söyledi. İlaç firmalarında, gıda sektöründe, turizimde, sağlık sektöründe de işlerin benzer şekilde yürüdüğünü örneklerle anlattı bana. E o zaman nerde bizim haklarımız? Nerde haklarını ve onları kullanmayı bilen vatandaş? Bu kanunlar kimin için ve onları kim, nerelere sakladı peki! diye sorasım geldi tabii. Sorularımın bir kısmını avukat bey yanıtladı bir kısmını da daha sonra düşünüp bulmak üzere ben kendime ödev verdim:)

Peki şimdi ne olacak?

Önce avukatım(vay beaa, havalı ifadeymiş:) ilgili kurumla mahkeme aşamasına gitmeden uzlaşma arayacak. Kendilerine hemen ödeme ya da uygun bir ödeme planı yapma şansı tanınacak.

Kurum uzlaşmaya yanaşmazsa kendilerine bir ihbarname ile(ihbarname noter kanalıyla gönderilir ve dershaneyi kuran 'şirket adına' gönderilmiş olması önemlidir), ödeme yapılmadığı takdirde mahkeme yoluna gidileceği bildirilecek. Yasal süreç bu adımla başlamış oluyor. Bu ihbarname olmadan mahkeme aşamasına geçilmiyor. Çünkü bu ihbarname ile siz yasal olarak alacağınızı istemiş oluyorsunuz, aksi takdirde telefon etmişsiniz, filancayla haber yollamışsınız, gidip istemişiniz gibi durumların bir geçerliliği yok.

Mahkeme aşamasına geçildiğinde orada çalıştığınıza, aldığınız ücrete vs dair belgeler önemli. Bu nedenle almadığınız maaşların bordrolarını imzalamayınız. Başka sektörleri bilmem ama bizde ödenmemiş maaş bordroları bir katakulliye getirilip imzalatılmaya çalışılır, hatta "hocam şunu imzalamanız gerekiyor" diye dayatılır genellikle, ancak almadığınız maaşı imzalamama hakkınız var, dahası bordro imzalama işi bunun için yapılıyor. Çalıştığınız sürede (özellikle de kurumun kadrolu elemanı değilseniz) orada çalıştığınıza dair sizin ve kurumun ilgili imzaları bulunan belgelerden edininiz (sözleşme, zümre tutanağı, kurul tutanağı vs)ve illede saklayınız. Son olarak iki de şahidiniz olmalı; ki kendileri sizin kurumda çalıştığınızı, aldığınız ücreti ve alamadığınız kadarını onaylayabilecek.

Ayrıca çalıştığınız süre içerisinde yatırılmamış sigortanız varsa (bunu iki ay gecikmeli olarak internet üzerinden kontrol etme şansınız da var) bu durum, kurum için oldukça sıkıntı yaratacaktır. Sigortanızın yatmadığını farkettiğinizde avukata vs gitmeden Çalışma Bakanlığına şikayet de edebilirsiniz. (Bildiğim kadarıyla şikayetiniz gizli tutuluyor)

Üzücü tabiii. Uzun süre , üstelik eğitim gibi bir amaç uğruna emeğinizi akıttığınız kurumlarla uzlaşamaz hale gelip daha sert yaptırımlarla anlaşmaya çalışıyor olmak. Ancak görüyorum ki memlekette haksızlığa uğrayan insanlar (sayıca çok fazlalar) iyi olmak, vicdanlı davranmak, uzun ve sancılı süreçlerden kaçınmak adına(e zaten haksızlığa da bu yüzden uğramışlardır aslında) hep birer adım geri atarken; arsız, yüzsüz ve haksızlıkla güçlenen insanlar iki adım öne çıkmakta.
Ben böyle bir toplumda yaşamak istemiyorum. Çarkı durdurmaya yetmez biliyorum ama, yine de bir kıymık sokayım dedim. Hukuka güvenmeye ihtiyacım var benim , iyilerin de kazanacağını görmek isityorum memleketimde ve merak ediyoruz ailecek süreci... Size de anlatırım yaşadıkça:)

Sep 21, 2008


Herşey aylar önce başlamıştı. Mutfağa girip "el mi yaman bey mi, görelim bakalım" demiştik ve bey yaman çıkmıştı:)bkz.samil
Eşimcim o yazıyı yayınladığında yazılı ve sözlü pek çok yorum aldığımız gibi yaklaşık bir yıldır da pek çok kez gündeme geldi konu.Üstelik zaman zaman müsabakaya dışarıdan katılımcılar da eklendi. Kimileri en güzel kabarmış kek, kimileri en nefis kek, kimileri en bilmem neli kek dalında yarışırken çoğalan katogori başlıkları beni epeyi şaşırttı. Örneğin resimde "kasede kek" dalında yarışan sevgili Esra(nın elleri:) ve nefis keki...
Not:Tamam, kek kalıplara sığmayıp kendini dağıtmış olabilir ama tadı son derece güzeldi bence:)

Sep 18, 2008

tatar çölü


Okuma grubumuzun seçtiği ikinci kitap Tatar Çölü. Kitabı seçerken okur-anlarlığına pek bir güvendiğimiz Birol'un tavsiye etmiş olması önemliydi tabii. Sonra biraz araştırınca gördüm ki "20. yy'ın başyapıtı" gibi ifadeler var kitap için. Pek bi hevesle başladım okumaya.
Kitabın çok akıcı olduğunu ve "başyapıt" sıfatını hakettiğini iddia edemeyeceğim ne yazık ki. Yine de okuyup bitirdiğimde kendimi zaman kaybetmiş gibi hissetmemem önemli.
Okuma grubumuzun ilk somut faydasını gruba iletilmek üzere kitap üzerine bir inceleme yazarken görmüş oldum aslında. Normalde, yukarıdaki iki paragraflık özetle geçiştireceğim değerlendirmemi daha derin yapmak zorunda kaldım ki bu da okuduğum kitap üzerine uzunca bir süre düşünmemi gerektirdi. O zaman "Tatar Çölü"nün ilk izlenimimin aksine fena bir kitap olmadığını düşündüm. Ama daha önemlisi, kitapları "olmamışlar", "eh fena değiller", "olur gibi olmuşlar" gibi acımasızca sınıflandırmamaya karar verdim. Fazla ukala buldum kendimi. Ayıpladım. Silkelendim ve kendime geldim. Acaip süper oldum:)

Sep 15, 2008

Yine mi güzeliz yine mi çiçek?

 
Posted by Picasa


"HADİ!" deyip geldi Conan. Bu "hadi" ler olmasa ne olacak bizim halimiz bilmem ki?
Kim emek verip büyütecek çocukluğumuzu, kalbimizin kırıklarını kim saracak, kim söyleyecek gözümüzün içine baka baka büyüdüğümüzü, şımarıklıklarımızı kim çekecek, kim katlanacak kaprislerimize? Biz nasıl ölçeceğiz boyumuzu her yıl, bu hadiler olmasa? Şehirlere nasıl alışacağız, bizi nasıl sevecek o şehirler "hadi!" ler olmadan? Uzak iklimlerin insanları nasıl buluşacak aynı masada? Uzaklar nasıl yakın olacak? Yakınlardan kaçmak nasıl mümkün olacak "hadi! " ler olmasa. Hadi canım!!! "Hadi!"siz hayat olur mu yahu:)

Sep 8, 2008



Serinin ilk kitabını(tarihi değiştiren olaylar) çok büyük bir keyifle okuduğumdan, bu ikinci kitabı okuyacaklarım listesinde biraz öne alıverdim. Ne yazık ki ikinci kitap ilkinin aksine tam bir hayal kırıklığı oldu benim için. Daha önce pek çok bilim adamının hayatını okumuş olmamın etkisi büyük tabii, ancak benim asıl tadımı kaçıran, kitabın beklediğim derinlikte bir derleme-araştırma olmaması. Üstelik kitapta rastladığım, "temel trigonometrik kavramları ilk kez açıklamış ve kullanmıştır" ifadesinin iki ayrı bilim adamı için kullanılması, kimi fizik yasalarının sadeleştirilmek adına yontu haline getirilmesi gibi özensizilikler de epeyi hevesimi kaçırdı. Bütün bunlara rağmen lise çocukları açıp okusun, diyebilirdim ama kitabın sonlarına doğru iyice ayyuka çıkan yazarın inanç saplantısı beni şüpheye düşürdü. Neredeyse her bilim adamının inancıyla ilgili bir not düşen yazar Darwin' e ayrılan bölümün sonunda kendini yetkin hissedip evrim teorisini yorumlamış. Mevzu evrim olmuş, izafiyet olmuş, yer çekimi olmuş, çembermiş üçgenmiş, o değil benim meselem.Benim derdim "had bilmek" , bilinsin lütfen.

Sep 2, 2008

çatlak patlak yusyuvarlak kremalı börek...



Kaç zamandır dikkat ediyorum, bir kinaye, laf sokuşturma, ağzının payını verme, lafla insan yaralama merakı var bu toplumda... Ne oluyor yahu? Deli misiniz? Eğer bilmiyorsanız ben söyleyeyim, delisiniz. Yok yok , durumu daha vahim birşeysiniz.
Geçen gün markette başladı herşey:
1.teyze: Şu poşetlerinizi çekseniz de biz de geçsek! (kinayeli ses tonu ve söyleyiş tarzı kasa sırasında ki benim bile sinirimi zıplatmaya yetti. Üstelik azıcık dikkat etse 2.teyzenin kasada işinin bittiğini, zaten gitmek üzere olduğunu farkedecek. Kim kasa çıkışında keyfi olarak bekler ki?)
2.teyze: Çekicez tabii. Burda kalacak değiliz ya. (Amanın o birinci teyzeden de yaman çıktı, şap diye yapıştırdı lafı.)
Allahtan 1.teyze uzatmadı, yüz ifadesiyle "seninlen muhattap olamiyciim" hissiyatını verip çemkirişmeyi sonlandırdı.
İçimden "ülen kocaman kadınlarsınız, yakışıyo mu bu sabırsızlık, empatisizlik, laf ebeliği... hani nerde tonton teyze sempatikliği, sevgi-şefkat pıtırcıklığı" diye kınım kınım kınarken teyzemgilleri, iki tezgahtar arasındaki başka bir laf dalaşı çalındı kulağıma. Tesadüf müdür algı da seçicilik mi bilmem, o günden beridir de her yerde benzer konuşmalara şahit oluyorum. Bir sabırsızlık var memlekette. Gücü yeten gücünün yettiğine sallıyor usturadan bozma dilini, kesmiş biçmiş umurunda değil..."İnsan olmak" halini unutuyoruz hep. İnsan hata yapar. Hangimiz trafikte hata yapmıyor? Ben bilerek ya da bilmeyerek hiç bir toplumsal kuralı ihlal etmiş değilim! diyecek babayiğit var mı aramızda? Ya da, ben hiç birşeyi unutmam diyecek? Herşeyin en doğrusunu biliyorum, olması gerektiği gibi de yaparım diyebilecek? Elim titremez, başım dönmez, dilim sürçmez benim, diyebilecek bir gafil var mı aramızda?

Benim yötemim şu: Davranışa dönüşmemiş, üstelik de benzerini benim de yapma ihtimalim olan hatalar için ses çıkarmamaya, ses çıkaracaksam tonuna da tınısına da dikkat etmeye çalışıyorum. İnsanlık hali... diyorum.(demeye çalışıyorum:)
Davranışa dönüşmüş olanlara da, özellikle yetki alanımda değilse, kolay kolay müdahale etmiyorum.(bkz vurdumduymaz vatandaş:) Müdahale edenler için söyleyeyim, agresif tepkiler, insanları yanlış davranışının arkasında durmaya iter genellikle.(bkz 2.teyze) Misal bu yazıma olumsuz, agresif bir comment yazarsanız, yazmaktan da okumaktan da nefret ettiğim bu homur homur homurdanan, eleştiren, akıl veren yazılardan bir tane daha yazarım ona göre!