Dec 27, 2007

sınavım var yarın:)

Tembelim bu aralar... Üstelik faz farkı girid yine yazmakla yaşamak arasına. Nerde yakalarım bilmem zamanı; siz şimdilik fotoğraflarımla idare edin:)
Aşağıdaki sarı çiçeklerin üzerini tıklayın, son blog yazımdan beri olup bitenlere bir özet geçmiş oluruz böylece:)

daryal

Nov 22, 2007

Uzun bir konuşma için telefonu koltuğunun yanına çekti.Büyükçe bir bardağa kola doldurup telefonun yanındaki sehpaya bıraktı. Müziğin sesini biraz daha açtı.Pencerenin önünde yıldızları izledi, şarkı söyleyen adamın şarkısına eşlik etti bir süre.Yıldızlardan mı, geceden mi, müzikten mi bilinmez huzur yayıldı odanın atmosferine. Derin bir nefesle içine çekti havadaki dingin deniz kokusunu; dağ havası serinliğinde özlem doldu ciğerlerine.Telefonun yanında, sırasını bekleyen koltuğa oturdu, telefonun tuşlarına bastı hızlı hızlı.Bir eliyle ahizeyi kulağına götürürken bardağa dolandı kablo, kola döküldü yere.
Telefonum çaldı...
Ben, krem rengi halıda yayılmış yatan kahverengi lekenin adını Derya koydum.
Üzmüşlerdi bizi, yormuşlardı. Benim yorgunluğum alışkın adımlarla içimden geçip yüzüme vurdu.Bir de avuçlarımda üzgün olmanın soğukluğu...Onun yüzünün sert hatlarından kimse okuyamadı ne üzüntüsünü ne de yorgunluğunu.Gece boyu yanan tütsü küllerinin savrulduğu odadan, bizi üzenlerden kaçıp sığındığımız evden , üzüntülerimizle içinde debelenip durduğumuz hayattan çıktık. Dışarıda bahar kokusu... Güneş parlamış, çiçekler açmış, sevda yayılmış ortalığa biz içerdeyken, hiç haberimiz olmamış. Otobüse binmedik. Bir volkmanin kulaklıklarını paylaşıp aramızda, Suavi şarkıları dinleyerek indik Kardeşler yokuşunu. Etlik’i İvedik’ e bağlayan iki yanı büyük ağaçlarla kuşatılmış geniş caddeden geçerken, önce aşık olduk şehre, sonra birbirimizden kıskandık. Metroda gülümseyen insan yüzlerine tepkisiz bakarak 10 dakika yol aldık. Sıhhiye istasyonunda inip tek kulaklıktan sızan müzik eşliğinde , yan yana ama hala hiç konuşmadan yol aldık. Hastanenin acil kapısından girdik kampüse, çocuk hastanesinin önünden geçtik metrodaki tepkisizliğimizle. Heykelin, A kapısının önünden geçerken kulaklıklara tutunduk sıkıca. Feycan Cafe’ nin önünde bizi üzenlerin, bizim üzdüklerimizin, uğruna üzüldüklerimizin arasından geçtik usulca....
Aşk kapısını çaldı. 19.30 otobüsünde adına ayrılmış bir yeri oldu arkadaşımın. Beylikdüzü’ ne giden otobüsün en ön koltuğunda yanındaki kızın sıskalığından memnun şehre tepeden bakarak yol alırken, habersizdi iki sıra arkada oturan bir adamdan. Oysa cama vuran aksinde yol boyu onu okudu adam...
Yere dökülen kolayı silmeye çalışarak bir yandan 19.30 otobüsündeki yerini anlattı bana.Oysa kola memnundu hayatından...
İstanbul’da, İstanbul’dan da uzak bir semtin krem rengi halılarla döşeli salonunda bir bardak kola döküldü, tutunmak için hayata.Unutulmamak istedi kola.Silineceğini bile bile bir leke bırakmak umuduyla saçıldı krem rengi halıya...

Nov 20, 2007

yorumsuz:)



bu aralar çokça misafirimiz oldu ama itiraf ediyorum benim favorim "ırmak"

"amanın herkesin var benim de olsun" diyen arkadaşlar, resimlere dikkatle bakmanız tavsiye olunur:)kaldı ki resimlerdeki anne- babayı parmağında oynatan son derece uysal ve huzurlu bir bebektir, biline:)

Nov 7, 2007

I'm a student .




İngilizce kursunda bir ay doldu. Sınavdan da 82 aldım( burun kıvırmayın lütfen! benim öğrenim hayatım boyunca ingilizceden 80 in üstüne çıktığım görülmemiştir)
E yani nerden baksanız "elementery two" bir insanım artık:)Size günlük rutinimi, ailemi, nereli olup nerde yaşadığımı hem de saat vererek bi anlatırım ki aklınız şaşar, o kadar söylüyorum yani.
Yabancı dile karşı yeteneksiz , ilgisiz ve sevgisimdir genelde.Bununla beraber yabancı bir dile yönelmek, caanım Türkçe'ye ihanet gibi gelmiştir bana hep...
Dile emek verdiğim tek evre doğru dürüst bir Abhazca kaynak olmamasına sinirlenip o kaynağı derleme yoluyla yazmaya karar verdiğim dönemdi ki çok uzun sürmedi.İsimleri, fiilleri, zamana göre fiil çekimlerini vs oluşturup düzenli ve düzensiz fiilleri tespit etmiştim ki "yahu n'aapıyorum ben!" sorusu beni kendime getirdi.Yabancı bir dili öğrenmeye direnmem bir yana, geçmişte mecbur olduğum için Almanca öğrenip, işim biter bitmez de hafızadan silmişliğim var üstelik:)Bir benzer tavrı ingilizceye karşı da göstermiştim. Daha doğrusu silmek yerine hafızada biraz gerilere atmışım anlaşılan ki; ingilizce kursuyla birlikte bilinç altım da içindekileri kusmaya başladı.
"İt's ein pen"
"İch habe two apple"
" I denke about freedom"
gibi şahane cümleler kurup hocamı dumur ediyorum:)
Neyse ki Cameron hoca(!) sabırlı bir insan.Yalnızca acılı acılı gülümsüyor, o kadar:)

Nov 2, 2007

kalede çocuk olmak...



Bir kısım Bilecik çevrem üşenmeyip tee Zonguldaktan, Bursadan gelir de, ben onları kaleye götürmez miyim?..Götürdüm elbet:) Çıkarmaz mıyım burçlara?.. Çıkardım elbet:)
Onlar yeterince eğlendiler mi bilmem ama ben bi hayli memnunum bir yıldır görmediğim o mekanı görmüş olmaktan.
Severim ben kaleyi... Öğrenciliğim yarı yarıya orda geçti ne de olsa:)Şiir kitabını alan atardı kendini burçlara.E tabii herkesss gönül adamıydı o zamanlar etrafımızda.Canı sıkılan,içi daralan, yalnız kalmak, kendiyle ve yahut kankasıyla dertleşmek isteyen, fotoğraf çekmeye heveslenen öğrenci sokağından , bakırcılar çarşısından yahut saman pazarından geçip düşerdi kale yoluna...Bu gri şehirde göğe en yakın yerdir orası ne de olsa. Göğe,yani maviye...
Kaleyi severim ben...
Mezuniyet balosunu Zenger' de fasıllı bir akşam yemeğine dönüştürmüştüm de fena mı olmuştu hı?::)))Sevgili Ümüdüm'ü burçlardan atmaya kalktım da kötü mü ettim? Adam olmadı mı ondan sonra, kaleden şehre inen yol boyunca pekişmedi mi dostluğumuz? Bu şehirden gider gitmez izini kaybettirip attı beni hayatından, o başka::))
"Cenk arkadaşı"mla ilk "güven bunalımı" da kaleye onsuz çıktık diye patlamıştı,
diy mi ya...
Kaleyi severim ben...Bi tarafım sefalete yakındır neden bilmem...
Kaleyi severim;
bi keresinde , kaleye çıkan dar sokakların birinde "huzur" diye bişey bulmuştuk da bir daha hiç eskisi gibi olmamıştı hayatımız, ondan belki de...

yeni bir resim eski bir şiyir



Kendini yıkıp,

Yeniden yapabilmekmiş

Hayatın sırrı!

Geç öğrendik

Ve erken yaşımıza göre

Biz sormadık;

Yüreğimize çok güvendiğimizden

Kimse de söylemedi bize...

Oct 30, 2007

kötü haberle uyanmak

Can taşıyoruz; canı isteyince çıkıp gider, geri getiremezsin...

not: don't panik sevgili çevrem.benlik bi durum yok. eşin dostun acısı üzer, o kadar.

Oct 25, 2007

don'tpanik! herşey kontrolüm altında:)


Başta ailem ve tüm dostlarım olmak üzere
yapımımda ve yayınımda emeği geçen herkese
teşekkürler...

Sevgili çevrem,
sırayla, izdiham yaratmadan doom günümü kutlayın çabuk:)
ben de sizi seviyorum biraz:P

Oct 18, 2007

sen beni hiç tanımamışsın conan!!!



İncecik bir ayrıntı değil mi sevda?

Hiç büyük hesaplarım olmadı ki benim

Sen bakma ayrıntılardan kaçtığıma

Koca bir şehre, toprağa ve buluta...

Biz incecik bir ayrıntıdan girdik hayata

İşte bu yüzden parantez içinde mektuplarımız

Ve pek çoğu yazılmadı daha...



bilmem, şiirim açıklayabildi mi durumu sevgili conan?
Buna da kulp bulursan blog- mlog demeyip küfrediciim ona göre:)

Oct 17, 2007

yaşasın nihayet sonbahar geldi...

Dürüst olalım... Güzel ögeler vardı elbette içinde; ama ben yine de bayramlardan öyle özel bi tat almazdım, alamıyorum.Çocukken sürükleyerek götürürlerdi beni bayram ziyaretlerine, şimdi de görev bilinciyle gidiyorum.
Bu insanları sevmiyorum ya da özlemiyorum ya da ziyaretten hoşlanmıyorum demek değil.Formalitelere dönüştüğünde ayaklarımın ağırlaşmasına neden oluyor, o kadar.
Sadece bayramlar değil aslında, anneler günü, öğretmenler günü, doğum günleri, vs
benim mantık makamımda bir türlü gerekli itibarı göremiyorlar.
Peki şikayetçi miyim varlıklarından? değilim tabi...Ortalıkta bayram ve özel günleri umursayan hatta formaliteleriyle yaşarken özel bir tad alan bunca insan varken şikayet etmek haksızlık olur.İstiyorum ki onlar sündüre sündüre bayram ve özel günlerini yaşasınlar bana da " amaaaan, deryadır" deyip geçsinler, uymuyorum diye kızmasınlar.

Hem nasıl şikayet ederim bu özel günlerin niğmetlerinden faydalanırken...Misal Nerisim gelmiş bayram diye...Ohhh... Keşke her gün bayram olsa...Her gün gelse Neris, her gece uyumamak için türlü bahaneler uydursa, "Derya biraz daha konuşalım mı dese" uykulu gözlerini oğuştura oğuştura...
 
Posted by Picasa

Ha bir de bayram tatilinin bir kısmını teeee İzmitten gelip bizimle geçiren Conan gibi dostları varsa insanın...Keşke sık sık bayram olsa...Buluşup beytepemize gitsek,çene çalsak sabahlara kadar, bütün cesaretini toplayıp yemeklerimden yese mesela ve hatta acemiliğimin çıktığı sürücü koltuğunda otururken ben, o arkada kahkahalar patlatsa...
 
Posted by Picasa


Benim bayramlardan şikayetim yok ve hatta diyorum ki; keşke her gün bayram olsa...

Oct 9, 2007

bi kitap daha



Hala istediğim okuma hızına ulaşabilmiş değilim. Hatta o hızın çok çok altındayım.
Aslında tembelliğimi bir yana bırakırsak okumak üzere seçtiklerimin de etkisi büyük tabii.

Yekta Kopan'ın "karbon kopya" sı bitti nihayet...Bir yazarın altıncı kitabı için fazlaca deneysel buldum kitabı.Üstelik deneysel bir çalışma için de iyi değil.

Ancak yazar üzerine şöle küçük bir araştırma yapınca pek renkli bir kişilikle karşılaştım hoşuma gitti.He3r işte parmağı olan insnlardan, güzel bişey.

Kitapta beni içine alan herhangi bir unsur bulamamama rağmen kimi güzel söz öbekleri, şiirsel ve felsefi söylemler dikkat çekebiliyor. onların hatırına harcamadan önce bir kitabını daha okumakta faide var:)

Oct 8, 2007

yıllık plan saçmalaması

Saatlerce uğraştım...Üstelik sadece sanal ortamda var olan planları bulup kendim için kullanışlı bir hale getirebilmek için. Bir de planları kendim yazsaydım ne olurdu kim bilir...
Ne çok seviyoruz bu içi boş dışı süslü şeyleri..Kuru kalabalıkları, göstermelik bilgi ve belgeleri...
Önerim şu: Her öğretmenin elinde MEB'in hazırladığı standart planlar olmalı.(yani bütün ülkede sadece 1 kişinin plan hazırlaması yeterli)Bu planın dışında ek bir faaliyet yapmak isteyen ya da planda değişiklik yapmak isteyen öğretmen bu durumu bir raporla idarecisine bildirmeli.
Önerimin tembellikle alakası olmamakla birlikte(olası eleştirilere tedbir alayım dedim:)daha ileri gidip günlük planların bile MEB tarafından satandart hazırlanıp sunulmasulmasından yanayım.Böylece öğretmen insiyatifindeki neyi ne kadar öğreteceği kararı merkezi yönetime geçer.Yani memleketimin öğretmeninin "aman bunlara bu kadar yeter" deme hakkı elinden alınmış olup " günlük plan gereği mecburen şu şu şu konular öğretilecek" zihniyeti yerleşir ki bence bu konu birazcık fırsat eşitliği sağlar.
Birbirinin benzeri olmasına karşılık çoğu işe yaramaz, göstermelik olarak hazırlanmış planlar(internette bile onlarcası var) için harcanan zaman ve enerji de, daha olumlu bir amaç için kullanılabilir o zaman.
Plan savunucularının temel cümlesi olan " her bölgenin özel şartları gereği özel durumların oluşması" problemi için de son derece basit bir önerim var: Özel şartlar gereği standart planları uygulayamayaan öğretmenimin durumu kısaca özetleyen bir raporla idarecisini bilgilendirmesi yeterli. Yani,şu anda yapılan,öğretmenin her dönem sonunda kendi hazırladığı plandaki aksaklıkları rapor etmesi yönteminden , öğretmenimin uyması gereken satandart planı neden uygulayamadığını rapor etmesi yöntemine geçiyoruz ki; bu bana daha mantıklı görünüyor. Hiç olmazsa kendi planına bile uyamamışlık beceriksizliği göze görünmemiş olur.

Sep 26, 2007

Oğuz Atay Nelerden Etkilenmiş?

Tutunamayanlar kütüphanesinden seçmeler:

Dostoyevski- Yeraltından Notlar

Robert Musil- Niteliksiz Adam

Robert Musil- Genç Törless

İvan Gonçarov- Oblomov

Choderlos De Laclos- Tehlikeli İlişkiler

Vladimir Nabokov- Solgun Ateş

Albert Camus- Yabancı

Hermann Hesse- Bozkırkurdu

Halit Ziya Uşaklıgil- Kırık Hayatlar

Halit Ziya Uşaklıgil- Aşk-ı Memnu

Yusuf Atılgan- Aylak Adam

Ahmet Hamdi Tanpınar- Saatleri Ayarlama Enstitüsü

James Joyce- Ulysess

Elias Canetti- Körleşme

Erich Berne- Hayat Denen Oyun

Vüs'at Bener- Dost

Vüs'at Bener- Yaşamasız

Cervantes- Don Kİşot

Şekspir- Hamlet

? - İncil

Sartre- Bulantı

Kemal Tahir- Devlet Ana

Albert Camus- Sisifos Efsanesi

Vladimir Nabokov- Sebastian Knight'ın Gerçek Yaşamı

Laurence Sterne- Tristram Shandy

Sabahattin Ali- İçimizdeki Şeytan

Vladimir Nabokov- Lolita

John Bunyan- Pilgrims Progress

Oscar Lewis- Sanchez'in Çocukları

James Joyce- Finnegans Wake

Joseph Conrad-

Jean Rhys-

Heidgger-

Stendhal-

Franz Kafka-

Güntar Grass-

Paul Bailey-

Jacob Lind-

Henry James-

George Eliot-

Emily Bronte-

oguzatay.net

Sep 24, 2007

Nihayet dersler başladı. İşe başlamamla üzerime yapışan rehaveti silkeleme isteğim de biraz somutlaştı. Benim de böyle bir ayarsızlığım var işte. Tempo arttıkça daha çok koşturasım geliyor, tempo düştüğünde de tamamen tembelliğe başlıyorum. Şöyle işleri zamana yayıp hep ortalama bir tempo tutturmayı becerebilmniş değilim henüz.
Haftanın iki günü çok yoğun çalışıyorum.Kalan günleri de çeşitli kurs ve özel derslerle doldurup bu yılı kendime harcamaya karar verdim.Çok yoğun geçen ve kendime neredeyse hiç zaman ayıramadığım iki yıldan sonra iyi gelecek bence:)
Önce gidip kendime((yalan söylüyorum ben kendime almadım Ş.K(Şahane Kişi)bana aldı)) biraz kitap aldım. Tercihen son dönem Türk edebiyatı yazarları ve nicedir bir yerlerden tavsiye alıp okumak istediğim kitapları seçtim.
Çalışma odasını kendimce en çalışılabilir kıvama getirdim. Bilgisayar masamı pencere önüne çekip kendime "uydurma ortamı" hazırladım.
Bir hafta önce bir gece yarısı, iki yıldır bir köşede bekleyen öykülerimi gözden geçirip üzerlerinde çalışmaya başladım.(İlk öyküden başımı kaldırdığımda sabah 07.00 olmuştu ki buna bayıldım)
Ders saatlerime uygun ve beklentilerimi yerine getirebileceğini umduğum bir ingilizce kursu buldum.Henüz kaydolmadım; olcam.
Güne sabah sporuyla başlamaya karar verdim.(Şahane kişi bu konuda da desteklerini esirgemedi gerekli motivasyonu sağladı hatta bana yol gösterecek şööle 20 dakikalık bir aerobik videosu sağladı, kendilerine müteşekkirim)


Fizik notlarımı bilgisayar ortamına geçirme niyetimi somutlaştırmaya başladım.Biraz zor ilerliyor ve ağır olacağa benziyor. Ancak başarabilirsem kendime basıma ahazır bir kitap formatı oluşturmayı düşünüyorum.Bakalım akıbeti ne olacak...
Ve aldığım kitaplardan ilkini bu gün okuyup bitirdim.Sadık Yalsızuçanlar-Garip...
Garip... kitaba haksızlık etmemek için kitapla ilgili eleştirmen yorumlarını vs okudum.Benim zaman kaybı olarak niteleyebileceğim kitapla ilgili olumlu eleştirileri göz önünde bulundurarak yazarın bir kitabını daha okurum belki ileride ama şimdi değil...Belki...İleride...Bir yazarın en az iki kitabını okumadan harcamamaya çalışırım da genelde.

Sep 21, 2007

bu da bu günün şiyiri

Sana Ne Yaptılar

O sabah mı çıkmıştın, bir gün önce mi
Bir bıçağın ağzında yürür gibiydin
Demirlerin soğukluğu soluk dudaklarında
Gözlerinde karanlığı dar hücrelerin
Seni görür görmez özgürlüğümden utandım
Söyle ne içersin, çay mı kahve mi
Çok değişmişsin birden tanıyamadım.

Saçların uzundu, omuzlarına akardı
Gönlümüz şenlenirdi sarışınlığından
Onlar mı kestiler, sen mi kısalttın
Gülerdin, içimize aylar doğardı
Görünmez dağların arkasından
Eski gülümsemeni beyhude aradım
O sabah mı çıkmıştın bir gün önce mi
Çok değişmişsin birden tanıyamadım.

Bir çay içer misin, yoksa kahve mi
Kibritim yok, demek cigaraya başladın
Ellerin de titriyor, bir şeyin mi var
Böyle bir kız değildin sen eskiden
Sana ne yaptılar, sana ne yaptılar?
Kirpiklerin ıslanıyor durup dururken
O sabah mı çıkmıştın, bir gün önce mi
Çok değişmişsin birden tanıyamadım.

Attila İlhan

Sep 14, 2007

padam padam padam



"edit piaf'ın hayatını anlatan filme gidek mi?" diye mesaj attı Günay. Ben Einstein'in hayatını okuyordum o vakit.Keplerle Newton'un hayatını okuyalı da bir kaç gün olmuşken hazır, dalmışkern yane onun bunun hayatını kurcalamaya "gidelim" dedim, gitik.
Yaşam öyküleri severseniz, neşeyi ve hüznü koyun koyuna yaşatmayı bilenlerdenseniz gidiniz.

Çocuk piaf, genç piaf, orta yaşlı piaf... neşeli piaf, kederli piaf, öfkeli piaf...
Dönemleri ve duyguları iyi harmanlanmış bir film.Zor hayatını "anı kurtarmak" felsefesiyle daha da zorlaştırmış bir kadın.En hoşlanmadığım insan tiplemesi...
Yine de tuhaf beden imgeli kadını seviyorsunuz izlerken, sevimli buluyorsunuz giderek. Dinlerken...Dinlerken oturduğunuz koltukta olmuyorsunuz zaten, ruhunuz çoktaaan Parise doğru yola çıkmış oluyor.

not: seviyorum ben bu Kızılırmak Sinemasını yahu!...
Günay'ın notu:bidahaki hayatımda fransızdan başka bişey olursam kendimi intiar ederim!

Sep 3, 2007

zamanı kullanamama problemim var doktor

Bu zaman o zaman mı?
Evet! Ta kendisi…Peki öyleyse niye? Erken kalkmayı da başarabildim üstelik; erken dediğim 8.30...Öncesi? Öncesi sabahın körü diye geçer ki gidecek bir işin yoksa o kör vakti görmenin anlamı yoktur. Ya sonra? Sonra kahvaltı? Sonra? Yok yok önce gazete sonra kahvaltı.Tamam peki ondan sonra? Sonraaaa internette gezip dolaşma. ??sonra
Ortalığı toparma.Daha doğrusu toparlama diye başlayıp yavaş yavaş derinleşen bir temizlik hayır hayır dezenfektasyon işlemi.Sonraaaa
Sonra duş, yemek, biraz okuma, akşam yemeği hazırlığı.Sonra o yemeği ye, bulaşıkları toparla,biraz sohbet, internet, film ya da müzik , uyku.
Bu zaman o zaman da doğru kullanamıyorum , canım sıkılıyor.Daha mı çok uyusam acaba:P

son iki yıldır evde oturup kendime zaman ayırabileceğim böyle günlerin hayalini kuruyordum.OKuyacak, yazacak, öğrenecek milyonlarca şey var ve ben bunların dışında deli gibi koşturup duruyorum diye üzülüyordum.Şimdi zamanım var hevesim yok.Merak ediyorum, bu ikisinin aynı anda aynı bünyede buluştuğu mucizevi anlar ne zamanlardır diye.
Neyse sorun belli. Ben biraz da çözümüne kafa yormaya baaşlayayım. Hemen şimdi mesela...

Sep 2, 2007

günün şiyiri

Buluşmak Üzere

Diyelim yağmura tutuldun bir gün
Bardaktan boşanırcasına yağıyor mübarek
Öbür yanda güneş kendi keyfinde
Ne de olsa yaz yağmuru
Pırıl pırıl düşüyor damlalar
Eteklerin uça uça bir koşudur kopardın
Dar attın kendini karşı evin sundurmasına
İşte o evin kapısında bulacaksın beni
Diyelim için çekti bir sabah vakti
Erkenceden denize gireyim dedin
Kulaç attıkça sen
Patiska çarşaflar gibi yırtılıyor su ortadan
Ege denizi bu efendi deniz
Seslenmiyor
Derken bi de dibe dalayım diyorsun
İçine doğdu belki de
İşte çil çil koşuşan balıklar
Lapinalar gümüşler var ya
Eylim eylim salınan yosunlar
Onların arasında bulacaksın beni
Diyelim sapına kadar şair bir herif çıkmış ortaya
Çakmak çakmak gözleri
Meydan ya Taksim ya Beyazıt meydanı
Herkes orda sen de ordasın
Herif bizden söz ediyor bu ülkenin çocuklarından
Yürüyelim arkadaşlar diyor yürüyelim
Özgürlüğe mutluluğa doğru
Her işin başında sevgi diyor
Gözlerin yağmurdan sonra yaprakların yeşili
Bi de başını çeviriyorsun ki
Yanında ben varım
CAN YÜCEL

Aug 29, 2007

anavatan gülleri gelmiş:)

üçgüzeller nihayet yurda döndüler... (Burada 'nihayet' sözcüğü gezinin uzun sürmesinden ziyade, bekleyenin gıcık olmasıyla alakalıdır:)
Bir ara üçünü birden oturtup ifadelerini alasım var! kendilerine duyurulur...


 
Posted by Picasa


Kuzenlerle henüz görüşebilmiş değilim; ancak kardeşimden edindiğim bilgiler ve gördüğüm fotoğraflar, cennet parçası anayurdun gidilip görülesi bir yer olduğudur.
Yaşam standartlarının Türkiyeye kıyasla 30-40 yıl geriden seyrettiğini duymak biraz yürek burkucu elbet ve fekat gerçekle yüzleşmekte faide var der şair...şiir, şair, gerçek, yüzleşmek... biraz çelişkili kavramlar tabii ama öyle bir şair kesin vardır, kendisinden umutluyum;)

Aug 23, 2007

çevresel faktörler

Efendimmmm...Çevrem ziyaretlere başladı.
Açtığımız kapıdan önce Elif girdi.Birinci sıra onun hakkıydı zaten, kuzey odasında uyuyup zehirlenmek pahasına yemeklerimden tatmak da...O da hakettiğini buldu zannımca:)
Hemen ardından "ben misafir değilim maykoplu original adigeyim" diyen Güm geldi, hemi de kısa saçları, misafir kılığı, pullu bluzuylan; ki kendisine bayıldık.E ben de Arabistan kontenjanından gireyim diyen Salim'le kardeş kontenjanından ön sıralara sıçrayan Esra da eşlik ettiler ona; süper oldu:)
Az eziyet ettim kendilerine bence.Bence bizi sevdiler, yine gelecekler...

mmmuuuuaaaaahhhhhhhhhhhh çevrem benim:)


İki yıldır kurcalanmamış dosyalarını karıştırdım bu gün bilgisayarımın.İçinde neler buldum neler…
Yazarken hissettiklerimden yorulup yarım bıraktığım, bitirmeye üşenip ertelediğim,elime ayağıma dolanıp düğümlenen sözcükler yüzünden bitirmeyi beceremediğim yazılarım, öykülerim, şiirlerim;
posta kutumdan seçip ayrı bir dosyada tuttuğum bana yazılmış ya da benim birilerine yazdığım mektuplar;
kimilerinin bana yazıldığını hayretler içinde anımsadığım, “böyle bir şeyi nasıl da unutmuşum” diyip kendimi azarlamama neden olan şiirler;
şiir demişken… “Şairin Tükürdüğü” başlığıyla açtığım dosyada uzun zamandır okumadığım; ama geçmişte hayatı katlanılabilir kıldığına inanarak sık sık tekrarladığım büyük ustaların nefis şiirleri;
okuduğum kitaplardan yapılmış alıntılar, altı çizili sözcük öbekleri, dip notlar, yorumlar, kendime verilmiş ama bir daha takip edilmemiş ödevler,
ve tabii Fotoğraflar… ki onlar; bilgisayar ekranına düşmeden önce kendi yaptığım kutularda özenle saklanır, sık sık törensel edalarla açılan o kutulardan çıkıp hafızanın ezberini tazelemeye yarardı.
Keşke bilgisayardaki dosyalar da tozlansa aradabir…Toz almak için atsam elimi…Evirip çevirirken açılsa kapak, dalıversem içine;dokunsam satırlara, hani şöyle kağıt kokusunu çeke çeke içime…
Eskisi gibi…

Aug 12, 2007


ewweeettttt, yandaki davetiye ile ilgili uzun ve yorucu süreç nihayet tamamlandı.
Gelinlik çıkarılıp kot pantolon ve tişörtten oluşan üniforma giyildi, saçlar traşlandı, ev ve evlilikle ilgili yapılması gereken son işlerde tamamlanınca hayata kaldığımız yerden devam edilebilecek kıvama gelindi.
De hayde o zaman:)